8 Nisan 2020 Çarşamba

Amerika'ya Gidiyoruz...

Günaydın dostlar…

“Amerika’ya gitmenin tam da sırası” diye söylenmeye başlamayın hemen, gerçekten gitmeyeceğiz; gidiyormuş gibi yapacağız. Bırakın Amerika’yı, Kadıköy’e gidemez olduk.
Hemen belirteyim, her ne kadar bütün havalimanları kapanmış, bütün uçuşlar durmuş olsa da halen Katar Havayolları ile Amerika’ya gitmek mümkün. İlk önce dört saat ters yöne uçmayı ve elli saatlik bir yolculuğu göze almayı kabul ederseniz, bugün dahi Amerika’ya gidebilirsiniz. Bütün havayolları durmuşken, neden Katar Havayolları uçmaya devam ediyor, o konuda da hiçbir fikrim yok.


Amerika’ya gideceğimiz zaman, evden de o ruh hali ile çıktığımız için, yolculuğun bambaşka bir psikolojisi oluyor. Yurtiçi veya yurtdışı hepimiz defalarca uçtuk. Elli dakikalık bir yolun bir türlü bitmediğini düşündüğünüz hiç olmadı mı? Avrupa’ya giderken, iki-üç saatlik yolculuktan sıkılmadık mı?

Elli dakikalık yol demişken, salgın krizi olmasaydı İzmir’e gidecektim ama planlar yarım kaldı. Ne demişler? Kul kurar kader güler.

İzmir yolunda geçmek bilmeyen elli dakikayı, Amerika uçağına bindiğimizde düşünmüyoruz bile. Yerine oturup, bir şeyler içip etrafına bakarken elli dakika bir anda geçiveriyor. Amerika yolunda ilk bir saatte seyahat havasına bile giremiyoruz.

Aynı şey Avrupa için de geçerli. Bir bardak şarap içiyorum, biraz önümdeki ekranı karıştırıyorum; bir de bakıyorum ki Almanya’yı geçmişiz bile. Anlayacağınız her şey kendinizi nasıl programladığınıza bağlı.

Uzun yolda iki saat bizi hiç rahatsız etmiyor. Neden? Çünkü kendimizi Amerika’ya göre ayarladık. Hiç kimse uçağa binerken ben iki saat içinde Amerika’da olacağım diye düşünmüyor. 11-12 saatlik bir yolculuğun son bir-iki saati sıkıcı olabilir ama ilk saatlerde kimse sıkılmaz.
Dostlar, bugünlerde yaşadığımız da Amerika seyahati. Ne İzmir’e gitmeye benzer, ne de Brugge’ye gitmeye. İki saatlik bir uçuş düşünürsek sürekli mutsuz oluruz, günler bitmek bilmez. Eski yazılarımda vardır, ben uçağın bozulması neticesinde yollarda sürünerek elli saatte Amerika’ya gittiğimi de bilirim.

Bu günlerde kesinlikle kendimizi Amerika’ya göre ayarlamalıyız. “Yeni bir uçak çıkmış, iki saatte New York’a varıyormuş” gibi laflara çok itibar etmeyin. O uçağın deneme uçuşlarının yapılması aylar, yıllar sürer. Biz normal yolculuğa göre hazır olalım, bir gün iki saatte gideni hazır olursa, ona da memnuniyetle bineriz.
Sıkıntılı günlerden geçiyoruz, bir müddet daha bu yolculuk böyle devam edecek. Etrafımızda uçuşlarla ilgili her gün bu kadar can sıkıcı haber varken, Amerika uçuşu düşünmek kolay bir iş değil ama seyahatin uzun süreceğine fiziksel olarak da, ruhen de hazır olmalıyız. Günde beş yüz kere evin bir ucundan öbür ucuna yürüyorum. Yapacak bir şey yok, bu da böyle bir dönem.
Doğru kaynaktan yeterli miktarda haber alarak bir şekilde Amerika’ya ulaşacağız. Hiç haber takip etmemek olmaz ama bin çeşit haber içinde de boğulmayalım. Yol boyunca sürekli olarak birileri size, “Uçağın yakıtı yetecek mi acaba, yolda yıldırımlar var diyorlar, galiba bir volkan patlayacakmış” gibi haberler verse, daha Amerika’ya varmadan yolculuğu bitirirsiniz.

Dostlar uçak kalktı ve yeni kıtaya muhakkak ulaşacak, yeter ki uçak indiğinde biz de sapasağlam inebilelim. Amerika düşünün, hatta Amerika’nın batısını düşünün.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

1 Nisan 2020 Çarşamba

Alışkanlıkların Gücü...

Günaydın dostlar…

Arkadaşlarımdan bir tanesi, “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ağabey” dedi. Bir şeylerin eski haline dönebileceğine olan inancını kaybetmiş. Ben o kadar karamsar değilim. Bu günler de bitecek ve kaldığımız yerden eski yaşantımıza devam edeceğiz.
Edeceğiz etmesine de, virüs öncesi günlerde yaşadığımız gibi yaşamaya devam etmememiz gerektiğini düşünüyorum. Alışkanlıkların gücü karşısında direnmenin çok zor olduğunu da bilmekle beraber, denememiz şart oldu.


Alışkanlıkların gücünden bahsederken, bu konuda yazılmış çok güzel bir kitap da var, okumamış olan dostlarıma tavsiye ederim.

Alışkanlık mıdır yoksa yaşam şeklimiz midir bilmiyorum ama en başta temas ederek selamlaşmayı sonlandırmalıyız. Karşısındakini bu kadar şapur şupur öpen başka bir millet yok. El sıkma var, öpüşme var, sarılma var, makas alma var, kol kola yürüme var; vallahi elli sene evli kalıp bu kadar şey yaşamayan insanlar var.

Her zaman söylediğim gibi, bence Pakistanlıların hafif öne eğilerek selamlaşmaları bu işin en doğrusu. Bu arada zannetmeyelim ki bu virüs işi tamamen bitecek. Bir tanesi bitse birkaç yıl sonra bir diğeri başlayacak. İnsanlarla hayvanlar yaklaştıkça bu sorunlar da artacak.

Belgesel izliyorum; burada aslanlar bir hayvanı yakalıyorlar, arka tarafta evler gözüküyor. Ne yazık ki alanımız gittikçe daralıyor. Hayvanların bünyeleri çok sağlam, fabrika ayarları kuvvetli; onların bünyesinde hiç sorun yaratmayan virüsler bizi öldürüyor.

Şu anda Nijerya’da bambaşka bir virüsten 170 kişinin öldüğünü kaçımız biliyoruz? Maalesef etrafta çok fazla virüs var. Bu trajediden çıkardığımız derslerle alışkanlıklarımızı değiştirmeliyiz.
Hepimiz yıllarca dip dibe restoranlara gitmedik mi? Yanındaki masa duymadan sohbet bile edemezsin. Bu durum ayrıca sadece bizim ülkemize mahsus değil, dünyanın birçok ülkesinde durum aynı. Bu krizle beraber ortaya çıkan masaları birbirinden uzaklaştırma yaklaşımı kriz sonrasında da devam etmeli.

Bizlerin zaten sık sık el yıkama alışkanlığı vardır ama krizle beraber su kurbağasına döndük. Rahmetli babam kolonya kullanmayı çok severdi ve ”Mikrop öldürür sen de kullan” derdi. Her gelene de ikram ederdi. Eski iş yerimde de arkadaşlarımızdan bir tanesi her odasına gittiğimizde kolonya ikram ederdi. Son yıllarda çok ihmal edilmiş olsa da bu tip alışkanlıklara geri dönmeliyiz.

Geçmişten gelen, büyüklerimizin yaptıkları birçok şeyin muhakkak ki bir nedeni var. Hiçbir şey boşa değil. Bence artık herkesin evinde bir kolonya muhakkak olacak.

Evde bir şey yapamayan, sürekli kendini sokaklara atmak isteyen bir millet haline gelmiştik. Hafta sonu dışarı çıkamazsak o hafta sonunu ziyan olmuş sayıyorduk. Bu musibet bizlere tekrardan evlerde kendi kendimize yetebilmeyi öğretti.
Instagram ortamında “Aklından Bir Ülke Tut” diye bir hesap var. Bir kızcağız dünyayı geziyor ve resimler, videolar paylaşıyor. Ben büyük bir zevkle takip ediyorum, hepinize de çok tavsiye ediyorum. En son Hindistan’da yaşıyordu ama bütün bu sorunlar olunca geri dönmek zorunda kaldı. Onu takip ederken Hindistan’da, Pakistan’da geçirdiğim günler ve oralardaki dostlarım aklıma geldi.

Döndü dönmesine de, evine gidemedi. Bir öğrenci yurdunda karantina süresinin dolmasını bekliyor. O kadar kendine yetebilen bir insan ki, orada bile günlerini son derece dolu ve mutlu geçiriyor. Bir kere bile şikâyet ettiğini hiç görmedim. Bu hesabın sahibi olan Berra arkadaşımızdan hepimizin bir şeyler öğrenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bizim ülkemizde (nedendir bilinmez) kalabalığa endekslenmiş bir mutluluk katsayısı vardır. Kalabalıklarla olmazsak mutlu olamıyoruz. Bir restorana, kafeye gitsek; boş görünce hemen tadımız kaçıyor. Popüler olmadığını düşünüyoruz.

İnanın mutluluk kalabalıkta değil. Ne demiş atalarımız “Nerde çokluk, orda kalabalık” Allah’a şükredelim; kalabalığın içinde de, tek başımıza da mutlu olmayı bilelim.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…