17 Kasım 2020 Salı

Kötü Olmak...

Günaydın dostlar…

Bir konunun tamamını incelemeyi çok sevmiyoruz. Bazen de işimize gelmiyor. Sadece iyi parametrelerini gündeme getirerek içine atlamaya bayılıyoruz. Ne kadar iyi niyetli ve çalışkan olsak da, konunun içinde bulunduğu yaşam şekli ve piyasa gerçekleri bizi yolumuzdan saptırabilir.

Netflix alışkanlığım olmadığı için sevgili Gülgün bana çok sitem ediyor. Bugüne kadar bir tane bile Netflix dizisi veya belgeseli izlememiş olmamı anlamakta güçlük çekiyor. İşin gerçeği şu ki ben hiçbir türlü dizi veya film izlemiyorum.



Bugünlerde, bir tek, çok sevdiğim bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine Bir Zamanlar Çukurova dizisini izliyorum. Geçen hafta Hünkâr Hanım’ın diziden ayrılışını üç saat boyunca takip ettim. İzliyorum dediğime de bakmayın, “Denk gelirsem bakıyorum” demek daha doğru olur. Saatlerce hiç kanallarla oynamadan bir dizi izleyebilmek benim fabrika ayarlarıma çok uygun bir durum değil.

Tamam; itiraf ediyorum, bir de yine sevdiğim bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine denk geldiğim zamanlarda “Fatmagül’ün Suçu Ne” dizisini izlemiştim. Fatmagül de birkaç yıl sürmüştü diye hatırlıyorum. En çok aklımda kalan da Ebe Nine’ydi. Her iki dizide de çok başarılı oyuncular var.

Sevgili Gülgün, sana güzel bir haberim var. Baştan sona kadar bir diziyi izledim ve bitirdim. Hem de çok uzun bir diziyi. Dizi kaç bölüm bilmiyorum ama bence en az 62 milyon bölümdür diye tahmin ediyorum. Benim için çok güzel ama bitmek bilmeyen bir dizi oldu. İstesem bakabilirdim ama son sezonun kaç bölüm olduğuna bilerek bakmadım. Bu artık son bölüm diye bildiğiniz zaman, o bölümde her şeyin biteceğini baştan biliyorsunuz. Hele de son bölümleri uzatmışlar da uzatmışlar. Bakmışlar ki çok para geliyor, para ineğini sağmaya devam etmişler.

Bende Netflix yok. Ondan bundan otlandığım için benim diziyi bitirmem tam bir yıl sürdü. Başkaları izlerken ben de izledim. Dizinin adı Breaking Bad. Dizi 2008’de çekilmiş olduğuna göre, her zamanki gibi yine en sona ben kalmışımdır. Hatta bu diziyi bana yıllar önce Amerika’ya gittiğimde sevgili Bahadır da önermişti. Hiç böyle bir kültürüm olmadığı için, konuyu bile anlamamıştım.

Halen izlememiş olan dostlarıma çok tavsiye ediyorum. Ben bile beğendimse sizler bayılırsınız. Seyretmeyenlerin işini bozmamak, heyecanını kaçırmamak için çok fazla konuya girmiyorum ama şartların her detayını düşünmemiz gerektiğini bir kez daha vurgulayabilirim.

Bu tip normal hayatın içinden çıkmış filmleri veya dizileri sevsem de, gerçeklerle çok alakalı olmayan şeyler beni aşıyor. O aslında yirmi yıl sonrasına gitti, sonra da beş yıl öncesine geldi gibi konulara giremiyorum. Benim izleyeceğim şeyler bugünün normal insanlarına ait olmalı.

Breaking Bad aynen böyle bir dizi. Bu nedenledir ki beş sezon sürmüş bir diziyi sonuna kadar izleyebildim. İnsanların özel güçleri filan olduğu zaman hemen soğuyorum. Herkes gibi yaşayıp herkes gibi gülüp ağlamalılar.

Bundan sonra bir dizi daha izler miyim? Muhtemelen bir gün yine izlerim ama o gün bugün değil. İlk önce izlediklerimi sindirmem gerekiyor. Beş yıl boyunca o kadar çok şey yaşandı ki, adamlar akraba gibi oldular.

Ben çok meraklı olmasam da bu platformları takip eden çok büyük bir arkadaş kitlemin olduğunu biliyorum. Film izlemeyi sevenler için çok güzel bir site. Film izleme yönü güçlü olmayan bizler de Fener’in maçlarını izleyip kahrolmaya devam ederiz. Tabii bu salgın ortamında o işin de nereye kadar gidebileceğini yaşayıp göreceğiz.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

12 Kasım 2020 Perşembe

Her An Her Yerdeler...

Günaydın dostlar…

Hiç sokağın bir tanesine dönüp de karşıdan ters yönden deli gibi gelen bir motosiklet gördünüz mü? Her halde görmeyenimiz yoktur. Bilhassa akşam olduğunda her an her yerdeler.

Aylardır, yıllardır bu işin artık çok tehlikeli boyutlara geldiğinden söz ediyorum. Karanlık bir gecede köşeyi dönerken bir de bakıyorsunuz ki son anda kaldırımla aranıza bir motosikletli girmiş. Görmeseniz sıkışıp kalacak orada.



“Yol nasıl olsa tek yön” diyerek adım atmak da yok, her an gecenin karanlığını yırtarak son hız bir motosiklet gelebilir. Her an her ortamda motosikletlere dikkat etmeye çalışırken şimdi bir de karşımıza çeşitli kanatlı türleri çıkmaya başladı.

Ekmek parası için koşturan çocuklar maalesef deliler gibi gidiyorlar. Yolların ne tersi var ne de düzü. Yollar böyle de kaldırımlar farklı mı? Maalesef onlar daha da beter. Kaldırımlar da motosiklet yolu.

Ama az ama çok motor kazası yaşamayan kalmadı. Son saniye de önlenen kazaları da hiç saymıyorum. Bir gün önce “Bu iş çok can yakacak” diye konuşmuşken, ertesi gün kırk yıllık arkadaşımızın, dostumuzun babasının motosiklet çarpması sonucunda hayatını kaybettiği haberi geldi. Aynı şekilde üç yıl kadar önce bir dostumuzu daha kaybetmiştik.

Evinin karşısındaki dükkâna bile geçmeyi başaramadı. Kaldırımdan adımını atar atmaz hızla gelen bir motor onu bizden aldı götürdü. Mekânı cennet olsun. Bu işlere bir çözüm bulunmazsa daha kimleri kaybederiz Allah bilir.

Sokağa bakıyorsunuz kimseler yok. Tam dönerken veya adımınızı atarken bir anda bir motosiklet çıkıveriyor karşınıza. Bilmiyorum ama bu arkadaşlar muhtemelen sefer başına ücret alıyorlar ve deliler gibi gidip mümkün olduğu kadar çok sefer yapmaya çalışıyorlar.

İş hayatı zor, güncel şartlar zor kimse artık yemek yapmakla uğraşmak istemiyor. Akşam oldu mu sokaklar motosiklet pistine dönüyor. Tabii bunlara bir de evlere süpermarket servisi yapan firmaları eklemek lazım. Salgın öncesi çok ilgi görmeyen firmalar (doğal olarak) bu günlerde çok popüler oldular. Birçok kişi kalabalık ortamlara girmek istemediği için evlere servis çok değer kazandı.

Ne zaman akşam dışarı çıksam her zaman motosikletlerin yapacağı kuralsızlıklara karşı hazır olmaya çalışıyorum. Sola döneceğimi anlasın diye sola sinyal veriyorum ama onun buna rağmen sol taraftan beni geçmeye çalışacağını da biliyorum. Sinyal verdim diye dönseniz, gelip size çarpacak. Ondan sonra; ona da yazık, size de.

Motosikletlerin hiçbir trafik kuralına uymasına gerek yoktur diye bir kanun çıktı da bizim mi haberimiz olmadı. Her an yeni bir şeyler çıkıyor, belki bir gece de böyle bir şey çıkmıştır. Ne yayalar, ne da araçlar bu kadar rahat her yöne hareket edemiyorlar. En serbest dolaşan motosikletler.

Şerit aralarına girmeler, araçlarla kaldırım/duvar arasına sıkışmalar, olmadık yerlerde araçları geçmeler, ters yöne büyük bir rahatlıkla girmeler, kaldırımda deli gibi gitmeler gibi durumlara maalesef çok sık tanık oluyoruz. Işıksız, kasksız gidenlerden de hiç bahsetmiyorum.

Son sözüm de ekmek parası kazanmaya çalışan kardeşlerime: Gençler ben de gençliğim de çok motosiklet kullandım. Hiçbir zaman motorum olmadı ama yarım saati 5 liradan kiralardık. Bizim zamanımızda evlere dağıtım işleri olmasa da sokaklarda epeyce motor ve mobilet vardı. Her zaman dikkatli olmaya çalışırdık. Sizler bu şekilde hareket ederek en başta kendi hayatınızı tehlikeye atıyorsunuz, sonra da bizlerin hayatını. Hiç olmaması gereken kazalar neticesinde sevdiklerimizi kaybediyoruz. Beş dakikalığına evinden çıkan bir insan, bir daha evine dönemiyor. Motosiklet kullanmak, sizin işiniz. Her iş gibi o da azami derecede önem gerektirir. Bazı işyerlerinin sizlere baskı yaptığını da biliyorum ama bırakın yarım dakika geç olsun. Gittiğiniz mesafelerde en fazla yarım dakika fark eder.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

8 Kasım 2020 Pazar

Hayallerim Çalındı...

Günaydın dostlar…

Hayallerim çalındı. Bir baktım bütün hayallerim gitmiş. Ufak tefek birkaç hayal dışında hepsini götürmüşler. İşin komik tarafı; hayal depomu bir gecede boşaltmadılar.  Yavaş yavaş hepsi gitti.

Şu anda hayallerimin nerede olduğu ile ilgili hiçbir fikrim yok. Daha doğrusu fikrim var da bilgim yok. Bir yerlerde görürseniz lütfen acilen bana haber verin. Belki son anda halen birkaç tanesini kurtarabilirim.


Tabii ben hayallerimin çalındığını düşünüyorum ama belki de kendileri gittiler. Artık bu mahallede bu hayallerin yaşama umudunun olmadığını görüp beni terk etmiş de olabilirler. Haklısınız, işin içinde biraz nankörlük de var. Yıllarca baktım büyüttüm, hava biraz kararınca hepsi hemen beni terk ettiler. Çalan her şarkıda onları hatırlıyorum, eski güzel günlerimiz gözümün önünden bir film şeridi gibi geçiyor.

En önemlisi de, çocuklarımın benden daha iyi bir dünyada yaşaması gibi bir hayalim vardı. Duyduğuma göre ortadan ilk kaybolan da bu hayalim olmuş. Görgü tanıklarının ifadesine göre hırsızıyla gönüllü olarak gitmiş. Sevgili hayalim, bu adamın hırsız olduğunu görüyorsun da ne diye kıçına takılıp gidiyorsun?

İnsanlar uğraştı, didindi büyük fedakârlıklarla çocuklarını okuttu; süreç bu aşamada kaldı. Çocukların da, büyüklerinde iyi bir işe sahip olmaları yönündeki bütün hayalleri gitti. Hepimiz eş dostun çabasıyla ortaya çıkabilecek minicik iş imkânlarının peşine düştük.

Hiç tanımadığım çocuklar çeşitli sosyal platformlardan sürekli olarak bana özgeçmişlerini yolluyorlar. “Çocuklar ben çoktan emekli oldum” dediğimde de, “Olsun sizin çevreniz vardır, çok sıkıntılı durumdayız” diyorlar. Büyük bir gayretle ülkenin en güzel üniversitelerini bitirmişler, okul biter bitmez de hayalleri çalınmış. Bir yandan iş arayan, bir yandan da hayallerini arayan çocuklarımızın Allah yardımcısı olsun.

Hayaller gitti, küçücük umutlar kaldı. “Yine de biz iyi düşünelim iyi olsun” lafları çok arttı. Çocuklar için düşündüğümüz hayaller gitti de kendim için düşündüklerim kaldı mı? Ne yazık ki onlar da gitti.

Yıllarca çalıştık emekli olduk, belki bir yerleri gezeriz diye birçok plan yapıyorduk. Bugünün şartlarında bu planlar da yarım kaldı. Bu şartlarda Avrupa’ya filan gidebilmek için ev kredisi kadar borç almak gerekiyor. Gezme planlarımız da değişecek. Avrupa’yı, Amerika’yı, Uzak Doğu’yu unutun. Bizim gündemimizde artık Orta Asya ve Orta Afrika var.

Her şeyin bir de artı parametresi olduğunu da unutmamak lazım. Yurtdışına çok fazla gidemeyeceğimize göre, güzel yurdumuzu daha detaylı gezme şansımız olacak. Mardin ve Urfa planlarım halen geçerli. Bekir’in beni balıkçıya götürmesi planımda da bir değişiklik yok. Takarız maskelerimizi, giyeriz yün donlarımızı gideriz.

Sene başındaki hedeflerimde de yazdığım gibi dünyanın her hangi bir yerinde önemli bir tenis turnuvası izlemek istiyordum. Bir günlük bir ziyaret değil, bütün bir hafta boyunca turnuvayı başından sonuna kadar izleyecektim. Salgın marifetiyle bu hayalim de gerçekleşmedi. Salgın bitene kadar da hiçbir yerde para kalmadı. Bu kurlarla en fazla bahçede oynayan çocukları izleyebilirim.

Model trenciler bile sıkıntıda. Birbirlerinin eski trenlerini, raylarını hayatta etmeyecek fiyatlarla değiş tokuş yaparak günü kurtarmaya çalışıyorlar. Model trenciliğin Türkiye’de bittiği, bu fiyatlarla artık Avrupa’dan bir şeyler almanın artık çok da mümkün olmadığı konusunda herkes mutabık.

Yelpaze o kadar geniş ki, tarımdan tutun da, hobilere kadar her türlü hayalimiz çalındı. Bizler çocukken “Türkiye tarım konusunda kendi kendine yetebilen yedi ülkeden biridir” derdik. Rahmetli babam bile “Yurtdışına satamazsak bile oturur yeriz” derdi. Bizim çocuklarımız bunu söyleyebilecekler mi?

Futbol takımları, sürekli olarak “Küçülmemiz gerekiyor” diyor ya, bizim de artık bugünün koşullarında küçülmemiz, minicik hayaller kurmamız gerekiyor.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

3 Kasım 2020 Salı

Kurtarma Ekipleri...

Günaydın dostlar…

Hepsi en yakın akrabamız oldu. Günlerdir kalbimiz Rıza Bey Apartmanı’nda, Doğanlar Apartmanı’nda, Barış Sitesi’nde ve diğer apartmanlarda atıyor. Minik Elif dün sabah hepimize umut oldu. Onu kurtaran ağabeylerden bir tanesinin parmağını sımsıkı tutmuş halini görüp de ağlamayan, gözleri dolmayan var mı?

Rıza Bey Apartmanı’nda saatlerce İnci’ye destek olan UMKE personeli sevgili Edanur ablanın emekleri nasıl ödenir? İnci’yi hiç bırakmadı. İyileştiğinde keman dinleme sözü bile aldı. Çıktığında da, “İnci’yi almadan oradan çıkmayacaktım” dedi. Söylemesine gerek bile yoktu, biz bunu zaten görebiliyorduk. Allah’a şükürler olsun ki sözünü yerine getirebildi, İnci’yi almadan çıkmadı.



Günay’ı hiç yalnız bırakmayan ağabey, sen de diğerleri gibi bir kahramansın. Enkaz altından gönderdiği çekimleri hepimiz gördük. Günay’a ilk ulaşıldığı andaki minicik açıklık, ekiplerin inanılmaz çalışması neticesinde bir umut tüneline dönüştü. O ortamda çekimler yapan, mesajlar yollayabilen çok akıllı ve bilinçli bir çocuk da kurtarma ekiplerimizin tarifsiz çalışmaları sonunda enkazdan çıkarıldı.

Mucizeler yaratan kurtarma ekiplerinin bulduğu, “Ben kedi sesi çıkarayım siz içeri köpek yollayın beni bulsun” diyen Buse’nin o konuşması hep kulaklarımda. Unutmak mümkün değil. Kendini biraz topladığında da “Ben kurtuldum ama annem gitti “ dediğinde beni bitirdi. Birçok mucizede üzüntüyü de, sevinci de yan yana yaşadık.

Her detaya, her canlıya önem veren ekipler Yılmaz Erbek Apartmanı’ndan Umut adlı kediyi de çıkardılar. Rıza Bey Apartmanı’nda İnci’yi kurtardılar çok mutlu olduk ama İnci’nin köpeğini de unutmadılar. Hiç umutlarını kaybetmediler, her detayla çok sıkı bir şekilde uğraştılar. “İğneyle kuyu kazmak” tabiri var ya, gerçekten de öyle oldu.

Barış Sitesi’nde bir kediyi bulmak için iki defa üst katlara çıktılar ama bir türlü bulamadılar. “Bu kadar işin arasında defalarca kedi peşine mi düşeceğiz?” hiç demediler. Bir umut olsa bir kere daha da giderler.

Depremden yedi saat sonra küçük Gizem de kurtarıldı. Çok hafif bir şekilde yaralanmıştı ama mutlu olamıyordu. Köpeği Ares halen enkazın altındaydı. Enkazın başından ayrılmak istemiyordu. Ağabeylerin, ablaların muhakkak köpeğini bulacaklarına çok inanıyordu. Duaları kabul oldu, bizim kahraman ekipler Ares’i de kurtardılar.

Bir parantez de CNN muhabirlerine açmak istiyorum. Arama kurtarma ekibi olmasalar da ilk saatlerden itibaren canla başla çalıştılar. Onlar da büyük bir özveriyle çok uzun saatler çalıştılar. Sevgili Sema ve Mücahit de büyük çaba gösterdiler ama benim gözümün önünde muhabir Ceylan’ın koşturmaları var. Her enkazdan kurtulanla defalarca duygu patlaması yaşadı. Kendini kaybedip bağırmaya başlıyordu. “Elif çıktı, Elif çıktı” diye bağırmalarını duymayan var mı? Her kaybettiğimizle çok üzüldü. Muhabir de olsa bu işleri yaşamak kolay değil. Her anı içinde birebir yaşadı. Görevini inanılmaz güzel yaptı, hem de yürekten yaptı.

Bütün bu hikâyeleri kahraman arama kurtarma ekipleri sayesinde yaşadık. Hiçbirinin ismini bile bilmiyoruz. AFAD deyip yürüyoruz. Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı olduğunu kaçımız biliyoruz. İtiraf edeyim, UMKE’nin ne demek olduğunu ben de bilmiyordum. Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi demekmiş. AKUT, Kızılay, itfaiye ekipleri, sosyal toplum kuruluşları ve diğerleri hepsi inanılmaz çalıştılar. ,

“Hiç uyuyabildiniz mi?” diye soruyorlar. “Böyle bir ortamda inanın bir gram uykum yok” diye cevap veriyorlar. Gerçekten de öyle. Bazen canları pahasına bu enkazın içine girerek gösterdikleri çabalar hiç unutulmayacak.

Büyük amcalardan bir tanesi, arama kurtarma ekiplerinin sayısının arttırılacağından bahsetti. İyi güzel de, varmak istediğimiz nokta bu değil ki. Bu insanlar birer kahraman ama sürekli işi onlara bırakamayız. Ekiplerin sayısını değil, sağlam binaların sayısını arttırsak daha iyi olmaz mı?

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

2 Kasım 2020 Pazartesi

Bugün Öğrendim...

Günaydın dostlar…

Depremlerden sonra televizyon programlarında yorum yapan profesör amcalardan bir tanesi, “İzmir’in sahil kesiminin toprak yapısı bina yapmaya çok uygun değildir, hele Bayraklı hiç uygun değildir” dedi. Daha sonra birçok başka amca da bu görüşü tekrarladı.

Bu bilgiyi bugün mü öğrendik? Durum böyleydi de bu binaları neden yaptık? Sorunun cevabının çok net olduğunu bilsek de yine de insanın içinden “Başka yer mi kalmamıştı?” demek geliyor. Sonuçta; kumdan kaleler yapmıyoruz, gerçek insanlar oturuyor bu binaların içinde.


“Toprak yapısı alüvyondur, kum gibi çok kötü bir topraktır” deniliyor. Bunu bile bile insanlar gidip oralara bina yapıyorlar. Onlar yapıyorlar; birileri de onaylıyor, af çıkartıyor. Bornova ve Bayraklı’da bu tip binlerce bina olduğu konuşuluyor.

Bugüne kadar bu durumu bilmiyorduk, bugün öğrendik. Madem öğrendik şimdi ne yapacağız? Bu binaları yıkacak mıyız, güçlendirme çalışması mı yapacağız? Gerçi yıkılan iki binada da güçlendirme çalışması yapılmış, o da ayrı bir konu.

Yıkılan bu binaların ve boşu boşuna yitip giden canların bizler için son uyarı olduğunu düşünüyorum. Allah Baba “Her şeyi bana bırakın” dememiş. Akıl vermiş ki kullanalım diye. Hayvanlar bile nerenin güvenli olup olmadığını çok iyi araştırıyorlar. Yavrularını saklayabilecek bir mağara bulduğu zaman metrekaresine bakmıyor. Güvenli mi, her hangi bir yönden bir tehlike gelir mi, üstüme yıkılır mı gibi konuları süzmeye çalışıyor.

Bizim ülkemizde; kaç kişi binanın statik hesaplarını, mimari planını, inceleyerek ev alıyor? “Mutfağı da büyükmüş, çok fazla da dolabı varmış” diyerek karar veriyoruz. Binanın yapıldığı zemini zaten hiç konuşmayalım.

İstanbul’da ve diğer şehirlerimizde büyük depremler olacağı kesin. Hatta İzmir’de bile. Bir fay kırıldı ama İzmir ve çevresinde büyük depremler yaratabilecek birçok fay hattı var. İki gün sonra bunlardan bir tanesi daha kırıldığında yine Doğanlar Apartmanı’nda yaşadığımız görüntüleri yaşayacağız.

Sadece yirmi binanın çökmesiyle neler yaşandığını gördük. Bir de binlerce, on binlerce binanın çöktüğünü düşünün. Kim kime yardıma gidecek? Televizyon kameraları çöken binalara yardım ekiplerinden daha önce geldi. Öğrendik ki, bu gibi durumlarda en azından yolları açık bırakmalıyız.

Vatandaşlar iyi niyetle ellerinden geleni yapmaya çalıştılar ama bu şekilde davranarak birçok tehlikeli duruma da yol açabilirlerdi. Birçok artçı depremin olduğu bir ortamda yüzlerce insanın enkazın üstüne çıkmasının ne kadar riskli bir durum olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Her şeye para bulan devletimiz bir türlü bu evleri güçlendirecek veya yeniden yapacak parayı bulamıyor. Bunun kolay bir iş olmadığının, yıllarca süreceğinin farkındayım. En riskli binalar tespit edilerek, her sene bütçeye bu işler için belli bir miktar para konmalı. Üçüncü Lig takımlarına stat yapmaktan daha önemli bir konu olduğunu düşünüyorum.

Bu konuya çok uzak olmakla beraber, toprağın da bir beton taşıma kapasitesi olabileceğini düşünüyorum. Çok cahilce atıyorsam konunun uzmanlarından özür dilerim. Belki de yıkılan riskli binaların yerleri boş kalmalı. İdare ortaya çıkıp, “Buranın toprak yapısı artık bir binayı daha kaldıracak durumda değil” demeli.

İnşaat aşamasındaki denetimlerin doğru dürüst yapılmadığını görüyoruz ama görülüyor ki, apartmanlarda yaşam başladıktan sonra da bir takım denetimler gerekiyor. Adam kolon mu kesmiş, apartmanı mı büyütmüş, yangın merdivenini kilere mi çevirmiş hiçbir şey belli değil.

“Şiddetli yağmur yağacak vatandaşlarımız her türlü önlemi alsın” gibi lafları pek sevmem. Zavallı vatandaş ne önlem alacak? Yüz yıldır yapılmayan yağmur suyu deşarj sistemlerini mi kuracak? Alt geçitlerin, evlerin, işyerlerinin pasajların, bahçelerin, parkların suyla dolmasını nasıl önleyecek? Diğer afetlerde de durum çok farklı değil. Hele de deprem için kendini bilinçlendirmekten başka yapabileceği hiçbir şey yok.

Şunu kabul edelim ki, insanlar parasız. Oturdukları yerleri güçlendirecek paraları yok. Kesinlikle devletin bu işe el atması gerekiyor. Bir şeyler yapılsa da, çok yetersiz.

Uzun lafın kısası: Takdir-i ilahinin arkasına sığınamayız. İşin gerçeği şudur ki, 97 yıldır bu ülkeyi yönetenler şehirlerimizi depreme hazırlayamadılar. Artık makûs talihimizi değiştirip; zayıf zemin, zayıf bina, zayıf kurtulma şansı sarmalından kurtulmamız gerekiyor.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…