21 Ekim 2020 Çarşamba

Çok Eski...

Günaydın dostlar…

Evinize servis çağırmakla hiç uğraşmayın. Geldikleri zaman size (genellikle) söyleyecekleri iki tane sözleri var. “Bu makine çok eski” ya da “Bunu tamir etmeye çalışmak yenisini almaktan daha pahalıya mal olur”.

Bu aletlerin veya ekipmanların belli bir ömürleri olduğunun farkında olmakla beraber, her geçen gün servisçilerin gözündeki ömürlerinin azaldığını düşünüyorum. Yirmi sene dayanan buzdolaplarından vazgeçtik ama en az on yıl bizimle beraber yaşamalı.


Sürekli tüketmeye ve yenilemeye dayalı ekonomi, süratle dünyanın nimetlerinin yok olmasına neden oluyor. Sonuçta bunların üretildiği malzemeler sınırsız değil. Her birinden dünyada belli miktarlarda var ve yenilenmeleri binlerce yıl alıyor.

Arkadaşlarım “Hurdaya atılan her şey geri dönüştürülüyor” diyor ama ben o kadar emin değilim. Nedir bunun oranı? En fazla %30-%40 seviyesindedir.

“Kaç yıllık bu çamaşır makinesi ağabey?” diye sorduğunda, yedi yıllık dedim. Bana öyle bir baktı ki, gözlerinde “Bir de bu kadar yıldan sonra sen bunu tamir ettirmeye mi çalışıyorsun?” bakışı vardı. Bir yerlerde bu arkadaşlara bakışlarıyla insanları kötü hissettirme konusunda kurs verildiğini düşünüyorum. Ben de mi katılsam acaba? Bana öyle baktıklarında ben de aynı şekilde onlara bakarım.

Bir başka arkadaş da başka bir konuda daha değişik bir öneriyle geldi. Konunun özeti şu: Sen yenisini al, ben bu makinayı bir müddet idare edecek şekilde kendi evimde 750 TL’ye tamir edip sana getireyim, sen de bunu internette 1.500 TL’ye sat. Böylelikle ikimiz de 750 TL kazanmış oluyoruz.

Demek istiyor ki, bu makinadan bir cacık olmaz ama istersen ben bunu başkalarına kazıklayabileceğin hale getirebilirim. Allah çarpar vallahi. Tabii üstüne bir de bana yeni makine girmiş olacak.

Eskiyi çöpe attırma konusunda en gelişmiş olan birim de yazıcı üreticileri. Bu sektörde yazıcının bozulmasına bile gerek yok. Mürekkep kartuşlarını ortadan yok ederek seni yeni bir yazıcı almaya mecbur ediyorlar. Başka marka kartuş bulup takarsan da yazıcı hemen homurdanmaya başlıyor. Elli tane laf söylüyor.

Hiçbir sorunu olmayan yazıcımı neden çöpe atayım? Çünkü o da yedi senelik. Amcalar diyor ki, “Siz alalı yedi sene olmuş ama o yazıcı piyasaya çıkalı on bir yıl olmuş”. Burada söylemek istediğini tercüme edeyim. “Biz artık bu saatten sonra o yazıcının hiçbir zıkkımını sana temin etmek zorunda değiliz” diyor. Öyle bir bakıyorlar ki, zannedersin en son İbrahim Müteferrika kullandı yazıcıyı.

Yazıcı da gitti. Hem de hiçbir suçu günahı yokken. Ne yapacağız? Yeni kartuşlara uyumlu yeni yazıcı alacağız. Bana yedi yıldır çok iyi hizmet eden, hiçbir sorun çıkarmayan yazıcımdan ayrılmak zorundayım.

“Beni neden çöpe atıyorsun, ben sana ne yaptım?” diye sorduğunda ne diyeceğim? Gözlerinin içine bakamayarak kaçamak cevaplar vermek zorunda kalacağım. Çöpe atmaya kıyamadığım için, muhtemelen evin bir yerinde saklayıp toz toplayarak buruk gözlerle bana bakmasını izleyeceğim.

Büyük bir kıskançlıkla yeni yazıcıya bakacak. Haklı olarak “Onun yaptığı her şeyi ben de yapıyordum ama suyumu vermediler” diyecek. “Ölmeden mezara koymak” denilen şey bu olsa gerek. O ölmedi, onu biz öldürdük.

Üzülme be kardeşim; senin hiçbir kabahatin yok, kabahat bizler de. Bugünkü kazancımız için yarını yok etmeye bayılırız. Umarım sen de, diğer bütün zamansız öldürdüklerimiz de bizi affedersiniz.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

4 Ekim 2020 Pazar

Plakçı...

Günaydın dostlar…

“Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye sordukları zaman cevabım çok netti: Plakçı olmak istiyordum. Küçüklük yıllarımı hep bu hayalle yaşadım. Doğal olarak bu konuyu benden başka bilen de yoktu.

Babama “Ben plakçı olmak istiyorum” dediğimi düşünebiliyor musunuz? Ben düşünemiyorum. O plakları ne yapardı, onu da düşünmek istemiyorum. Babamın da epeyce klasik müzik plağı olmasına rağmen, plakçılık fikrini açmak riskli bir hareketti.



Böyle bir arzumun olmasının en büyük nedeni de, Kızılay’daki Cemil Plak Evi’ydi. Hem Cemil ağabeyi çok seviyordum, hem de dükkânını çok beğeniyordum. Camdan bir oda içinde aynı anda birçok kasetin doldurulması, ortama uzay üssü görüntüsü veriyordu.

Ben de en son ekipmanları alarak kendi uzay üssü görüntümü yaratacaktım. Tabii bu aşamada kaset doldurma (daha doğrusu doldurtma) işini anlatmam gerekiyor. Gençler, bizim müzik listelerimiz sanal ortamlarda değil, kasetlerdeydi.

Bir kâğıda sevdiğiniz şarkıları yazar, sonra listenizi plakçıya götürerek kasetinize kaydetmesini isterdiniz. Plakçılar da tek tek listelerdeki şarkıları kasetinize yüklerlerdi. Çok yaygın bir süreçti ve her plakçı bunu yapardı.

Genelde de aynı gün geri almak mümkün değildi. Plakçının yoğunluğun göre iki üç gün sürebiliyordu. Cemil ağabeyde üç günden önce alman hiç mümkün değildi. Bu işler için plaklar defalarca kullanılırdı. Bu durumdan dolayı biraz eskimiş plaklarda indirim alabilmek de mümkündü. Bu konuda huysuz bir tip olduğum için, bu şekilde kullanılmış bir plak hiç almadım. Alabilirsem hiç açılmamışını alırım, alamazsam da sağlık olsun.

Genç arkadaşlar gözünüzde canlandırmaya çalışın. Bir müzik listesi yapmak istiyorsunuz ve listeniz günler sonra hazır oluyor. Tabii bir de şöyle bir durum da vardı, plakçılarda genelde istediğiniz her şarkının plağı olmazdı. O zaman da plakçı onun yerine kafasına göre bir şeyler kaydederdi. Bu da genellikle insanların sevmeyeceği bir şey olurdu. Plakçılar sevilmeyecek şarkıları seçmek konusunda çok başarılıydılar.

Allah var, ben bu işi hiç yapmadım. En başta iş çok normal bir iş değil, ikincisi de kasetten çıkan sesleri hiçbir zaman sevmedim. Bu şekilde kaset doldurma işi kim bilir kaç kanuna, kaç yönetmeliğe aykırıydı. Ben her zaman plaktan dinlemeyi tercih ederdim. Yıllar içinde diğer formatlar çıktı ama ben her zaman plaklarımı da dinlemeye devam ettim. Sevgili Akif bu paragrafı senin için yazdım.

İmkânlarımız kısıtlı da olsa hep plak dinledik. Haftalarca para biriktirip Cemil ağabeyden gıcır gıcır bir plak alabilmek büyük bir zevkti. Dönemin bütün albümlerini getirirdi. Hem de birkaç tane değil. Çok yüksek miktarlarda getirdiği albümler de olurdu.

Cemil Plak Evi’nden sonra en çok alışveriş yapmaktan keyif aldığım yer, İngiltere’de yaşadığım yıllarda Oxford Street’deki HMV Mağazası’ydı. Aradığınız her türlü plağı bulabilirdiniz. Fiyatları da korkunç uygundu. Zaman içinde Amerika’da da birçok plak aldım ama aynı keyfi aldığım söylenemez. Belki de büyüdük ve önceliklerimiz değişti.

Bu arada hemen şunu da belirteyim, kasetlerden çok iyi ses çıkmaması tek sorunumuz değildi. Zaman içinde bozulurlardı. Kopma sorunlarından tutun da bollaşma sorunlarına kadar her şeyi yaşardık.

Plakçı olamadım. Plak satıcısı olamayınca büyü bir hızla plak alıcısı oldum. Zaten bu devirde de klasik anlamda plakçı diyebileceğimiz çok az dükkân kaldı. Onların da çoğu gerçekten bu işe gönül vermiş insanlar. Her ne kadar plaklar geri gelmiş olsa da yine de plak satarak para kazanmanın çok zor olduğunu düşünüyorum. Bu dükkânların çoğu hem alıyor, hem de satıyor.

Bizler için plakların manevi değeri de çok büyüktür. Onlara çocuğun gibi bakman gerekir. İyi bakmazsan ince ince söylenmeye başlarlar. Hepimiz plaklarımızı koruduk, baktık, büyüttük, her dertleri ile ilgilendik ve sonunda bu günlere getirdik.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…