31 Aralık 2017 Pazar

Aile Arasında...

Günaydın dostlar…

Yılın son gününde de her zamanki tarzımı değiştirmeyerek, en son söyleyeceğimi en başta söyleyerek yazıma başlayayım. Ben sinemaya gitmeyi sevmem. Sinemaya gitmeyi sevmediğim gibi, evde de film izlemeyi sevmem.
Durum böyleyken, geçen akşam çok sevdiğim dostlarımın da ısrarıyla “Aile Arasında” filmini izlemeye gittim.


Bütün duyduğum da, “Filmde Engin Günaydın oynuyor ve gülmekten yerlere yatacaksın” şeklindeydi. Kendi kendime, “Ben Engin Günaydın’ın espri tarzını ve yaptıklarını komik bulmuyorum ki” dedim ama yüksek sesle de söylemedim. Nadiren de olsa bazı düşüncelerimi kendime saklayabiliyorum.

Hemen itiraf edeyim; epeyce bir süre “Avrupa Yakası” seyretmişliğim vardır ama bizim amcayı orada da komik bulmuyordum. Ofis ortamındaki çalışanlar bile ondan daha komikti.

Film beni yanıltmadı. Gerçekten de komik değildi. Hemen hemen hiç gülmedim. Senaryonun her gün karşımıza çıkabilecek bir şekilde sürüp gitmesini çok beğensem de, ne yazık ki gülmekten yerlere yatamadım. Üstelik ben çarşıda, pazarda, sokakta yaşananları çok komik bulan bir insanım ama yine de gülemedim.

Gülemedim de ne oldu? Çok mu sıkıldım? Kesinlikle hayır. Tam tersine, çok beğendim. Filmin sonuna doğru yaşanan düğün cıvıklıkları dışında mükemmel bir çalışma olmuş. Gülse Birsel çok zeki bir insan ve çok iyi gözlem yapıyor. Sokaktaki gerçekleri büyük bir başarıyla beyaz perdeye aktarmış. Dizilerinde de durum çok farklı değil.

Komik bulmamakla beraber, Engin Günaydın büyük bir değer. Sadece komedi tarzı bana uymuyor. Beni en çok etkileyen, adını bile bilmediğim, başroldeki kadın oyuncu oldu. Bence, filme bir farklılık, bir derinlik getiren de, onun rol yapabilme kabiliyeti olmuş. Çok doğaldı, çok farklıydı. Unutmayın ki aşk zorluktur, aşk farklılıktır…
Daha patlamış mısırın bile yarısına gelemeden, filmin yarısına geldik. O kadar hızlı geçti ki, bu da ne kadar güzel bir çalışma olduğunun en güzel işaretidir.

Çok beğendiğim, Solmaz rolündeki kadının, Demet Evgar olduğunu öğrendim. Nereden mi öğrendim? Tabi ki Google’da arama yaparak… Bu ismi hiç tanımıyordum ama bundan sonra hiç unutmam. Daha önce de belirttiğim gibi, çok başarılı bir çalışma olmuş ama Demet Evgar olmasa, film, değerinin %70’ini kaybeder. Gülmesi de, ağlaması da o kadar doğaldı ki, zannedersiniz kadın yan komşunuz.

Diğer rollerde oynayan, ismini bilmediğim sanatçılar da çok başarılıydı. Benim için, hiç sıkılmadan başından sonuna kadar film seyredilmek çok nadir bir olaydır. Bu filmde gerçekten de hiç sıkılmadım. Televizyonda, şurada, burada bir kere daha denk gelirsem, bir kere daha izlerim.

Neden çok sevdim? Sevdim, çünkü benim hayata bakış açıma ve parametrelerine uyuyordu. En başta iyi niyet vardı, samimiyet her yerdeydi. Zorluk mu dediniz? Gerçekten de zor hayatlar vardı. Birçoğumuzun hiç de bilmediği bir yaşam şekli, çok güzel yansıtılmıştı.
En çok değer verdiğim parametre, “cesaret” de oradaydı. Cesaret olmadan denizlere açılamazsın, her zamanki uyuz limanında, halatlarla bağlı bir şekilde ertesi gün değişik bir şey olmasını beklersin.

Son olarak da, doğallık bütün filmi kucaklamıştı. Düğündeki avize düşmesi ve insanların bir birine saldırması saçmalıklarına kadar, her şey çok doğaldı. Keşke düğün aşamasındaki o bölüm hiç olmasaydı.
Emin, der ki; bu filmde isterseniz çok gülebilirsiniz ama sadece gülmek için değil, çok güzel bir film izlemek için gidin…

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

20 Aralık 2017 Çarşamba

Siyah...

Günaydın dostlar…

Pembeler, yeşiller, kırmızılar her yerdeydi, hepsi de çok canlı, ışıl ışıldı. Aşk var diye vardı bütün renkler. Sen ne yaptın? Aşkın kıymetini bilemedin, değerini anlayamadın, “Hep orada ol, her zaman benimle ol” diyemedin; o da gitti.
Zannettin ki, aşk gidince her şey rengârenk yerinde kalacak ama son dakikada sana bir de sürpriz yaptı. Giderken her şeyi siyaha boyayarak gitti. Senin yüzünden bizim de etrafımız karardı, her şey siyah artık…


Gökyüzünün kararmasını kış şartlarına yüklemeye çalışma. Gökyüzü daha düne kadar güneşliydi, ılıktı, tertemizdi. Hatta umut doluydu. Bugünkü kapalı havanın nedeni sensin. Kara bulutlar gelmedi, senin kıymetini bilemediğin aşkın, bulutları siyaha boyadı. Onlar kara değil, siyah…

“Işığı kim söndürdü acaba?” diye düşünerek etrafına bakıp durma. Sen onun kıymetini anlamadın, karanlıkta kaldın. Işık söndürülmüş filan değil, sadece siyaha boyandı. Ben yapmadım, yanındayken değerini bilemediğin o güzel insan yaptı. Sen tahmin edemedin ama ampullerin hepsini siyaha boyadı. Odanın karanlığında beyaz duvarları da göremiyorsun artık, için sıkılıyor. Dışarı çıkman lazım, duvarlar üstüne geliyor ama bir minik ayrıntıyı atlıyorsun. O duvarlar da beyaz değil artık. Evet, doğru tahmin ettin, onları da siyaha boyadı giderken…

Oda karanlık, daha da kötüsü onun kokusu da yok artık. Oralarda bir yerde de değil. Giderse bu kadar umursayacağını, siyahlar bağlayacağını hiç düşünmemiştin ama gitti. Siyah montunu giyip, siyahlara yürüdüğü an, hiç gözünün önünden gitmiyor. “Neden gitme diyemedim?” diye şimdi kendine sormanın bir anlamı yok. Ortam siyah olmadan soracaktın. Gururun müsaade etmedi değil mi? O zaman şimdi al gururunu karşına, bütün gece karşılıklı fal bakın. Bakalım fallarda bir gelen, giden var mı?

“Ne fal bakması be kardeşim? “İçim daralıyor” diyorum, anlamıyor musun? İçime bir siyahlık çöktü”. Tamam, o zaman dışarı çıkalım ama hemen uyarayım, gökyüzü de siyah. Üstelik senin yüzünden bizim de içimiz daraldı, siyahlaştı.  Ne demişler? “Bir aşkının kıymetini bilmeyenin, yedi mahalleye zararı vardır”. Maşallah seninki 17 mahalle oldu.

“Üzerindeki elbise siyah mıydı? Of Allah’ım onu bile hatırlamıyorum. Hiç dikkat etmemişim. Durum böyleyken, nedir benim içimi siyaha boyayan, umutlarımı, düşüncelerimi siyaha çeviren? Güzel vakit geçiriyorduk, onunla sohbet etmeyi de çok seviyordum ama gittiğinde her rengi siyaha boyayacağını hiç düşünememiştim. Çok sevmediğim kahverengi bile yok artık hayatımda, her yer siyah…
Zaten çok sevmiyordun ki, nedir bu karamsarlık? İlk önce kelimelerimizi doğru kullanalım; onun adı karamsarlık değil, siyahlık. Acaba yanındayken kıymetini anlayamama durumu mu vardı? Üzüntüden gözlerine siyah perdeler inene kadar ağlasan da faydası yok artık, aşk gitti bir kere… Gecenin siyahlığına karıştı…
Aşk gitti. Renkleri de yanında götürdü. Meğerse bütün renkler aşk var diye varmış. Aşk var diye gül kırmızı, papatya beyazmış. Aşk var diye ağaç yeşil, gökyüzü maviymiş. Hele Boğaz’ın suları; aşk var diye masmaviymiş. Aşk var diye, (sen bilmesen de) sen ona aşıkmışsın. Belki de ilk günden beri, belki de ilk dakikadan beri. Belki de saçlarını her yöne sokuşturduğu için. Sen bilmesen de, kalbin, miden zaten biliyormuş…

Yanındakinin kıymetini bil, her yeri siyaha boyatma. Siyah zor bir renktir. Üstüne renk tutmaz. Beyazı bir çırpıda siyaha boyayabilirsin ama siyahın üstüne boyamak o kadar kolay değildir.

Üzülme renkler bir gün geri gelecek ama o gün gelinceye kadar, uzunca bir müddet siyah kalacaklar…
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

1 Aralık 2017 Cuma

Tek Bir Güzel Haber

Günaydın Dostlar,

Hiç tek bir güzel habere ihtiyacınız olduğu bir zaman oldu mu? Bazen haberler öyle arka arkaya gelir, öyle bir üzerinize kümelenir ki koca dünyada hiçbir şey iyi gitmiyormuş gibi hissedersiniz. Kötü haberler maratonunun son kilometrelerinde koşucular arasında kalmış tavuk gibi olursunuz. Bütün kötü haberler sizinle bir arada olabilmek için bir yarış içindedirler. Kendi kendinize “Tek bir güzel haber duymak istiyorum.” diye mırıldanırsınız.
“İstemiyorum sizi, gidin.” deseniz de kıçınızın dibinden ayrılmazlar. İstemediğin ot dibinde bitermiş misali bir yaklaşımla sadece dibinizde değil; üstünüzde, altınızda, her yerinizde biterler. Kardeşim bu kadar çok haber geldi, bir tane de iyisi gelmez mi? Neden anlamak istemiyorsunuz? Tek bir güzel haber duymak istiyorum.


Gerçekten de her şey kötü mü gidiyor yoksa siz mi öyle hissediyorsunuz? Herhangi bir anda dünyada, ülkede, evde, sokakta, işyerinde, her yerde her şey kötü gidiyor olabilir mi? İstatistiksel olarak bu kadar çok şeyin aynı anda kötü gitmesinin ihtimali çok düşük olmalı. Beş yüz yıldır yaşanmamış şeylerin hepsi birden bir anda bizi bulmuş olamaz. Ne diyorsunuz, olabilir mi? Hepsi kapıda kuyruk olmuşlar, ışık bekler gibi sizi bekliyorlar. Tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Bu kadar dert yetmezmiş gibi bir de üstüne Fener yenilir. İyi oynasa, mücadele etse de yenilse üzülmezsiniz ama hem kötü oynar hem de yenilir. Siz, evinizin salonunda sahadaki oyunculardan daha çok çaba gösterirsiniz. Fener kazansa kötü giden her şeyi bir anlık da olsa unutacaksınız ama bu lüksü size vermezler. Maçtan sonra “Bu hayatta zaten her şey çok kötü.” ruh halinize geri dönersiniz.

Hâlbuki biraz kıçlarını kaldırsalar ne güzel olurdu. Çok fazla bir şey istemiyordum ki tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Zaten her şey kötü giderken masanın ucundaki sarı kız beni görse, dertlerimi unutsam kime ne zararı olurdu ki? Görmesi bile şart değil, en azından baksaydı. İyi niyetle uzanan güzel, minik bir el; bırakın dünyadaki sıkıntılarınızı uzaydakileri bile unutturur. Madem görmedi, madem bakmadı; keşke üç saniye bana gülseydi. Kahkahalar peşinde değilim, minicik bir gülücük istiyorum, tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Siz sarı kızın kalbini çalamadınız ama hırsız arabanızı çaldı. Bu kadar sıkıntının arasında bir de bu eksikti. Üstelik çok da iyi bir yere park ettiğimi düşünüyordum. İçindeki ses “Boş ver arabayı, sen kalbini park et.” dese de işin gerçeği, artık park edecek araba da yoktur. Kalp zaten yok. Dimyat’a kalp kazanmaya giderken evdeki arabadan olduk. Uzaklara boş boş bakarak yürürsün serin sokaklarda. Kafanda hep aynı cümle “Çok bir şey istemiyorum ki tek bir güzel haber duymak istiyorum.”
Kız seni görmez, araban da bulunmaz, havalar da kararır. Birden "Güneşe ne oldu?” derdine düşersin. İnanması çok zor ama güneş de yok artık. Sıra sıra bekleyen dertler güneşini de aldı götürdü. Gece karanlığında gökyüzüne bakamazsın, ay dedeyi de kaybetmekten korkarsın. Ne kızın sıcaklığı var artık ne de güneşin sıcaklığı. Sen varsın, ay dede var, bir de karanlık ve soğuk var. Soğuk sokaklara, kaldırımlara oturma hasta olursun. Olamaz, bir sıkıntı daha mı geliyor? Hasta olmak istemiyorum, sadece tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Bütün dünya kötüye giderken en yakınındakilerin, en sevdiklerinin de tavrı değişir. Onlar da kötüye gidiyor olamaz, beni satmaz onlar. Bence de satmazlar, sadece bir sonraki menfaate kadar bir süreliğine kiraya verirler. Üzülmeyin tapunuz hep onların elinde kalır, sadece piyasa koşullarına göre zaman zaman garanti olarak kullanılırsınız. Ben kefil de olmak istemiyorum, garantör de; sadece tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Kalbin kırgın, kalbin üzgün, kalbin taşlaştı. Taş demişken taş gibi sarı kız da yok artık. Buzlu yağmurlar suratına vuruyor. Kara bulutlar her yerde. Televizyonu, radyoyu, bilgisayarı hiç açmasan daha iyi olur. Aslında özleyecek kimsen de yok ama birilerini özlediğini hissedersin, bir şeyleri özlediğini hissedersin. Daha başka ne olabilir ki diye düşünürken kedi elini ısırır. Sen onu en pahalı mamalarla besler, en iyi doktor amcalara götürürsün; o da senin elini ısırır. Nankör müdür nedir? Nankör olmayan bir insandan güzel bir haber duymak istiyorum. Tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Bu dünyadaki bütün haberler kötü olamaz. Moralinizi bozmayın. Bir gün mutlaka güzel haberler arka arkaya sıralanacaklar. Buna gerçekten inanıyorum. O gün gelene kadar da tek bir güzel haber duymak istiyorum.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…