24 Ocak 2021 Pazar

O Sabah

Günaydın Dostlar,

O sene Eskişehir çok soğuktu. Ondan sonraki yıllarda öyle soğuk günler çok fazla olmadı. Sık sık -16 dereceyi görüyorduk. Yine öyle çok soğuk bir sabahta daha masama bile oturmamıştım ki birden telefon çaldı. Telefonun sesi havanın soğukluğunu yansıtıyordu adeta.


Arayan Ayşın’dı. Sabahın 6.30’unda çok güzel bir haber için arıyor olamazdı. Uzun uzun telefona baktım. Daha telefonu açmadan alacağım haberi biliyordum. “Babamı kaybettik, hadi sen de gel.” dedi. Babam iki yıldır çok hastaydı. Hatta son zamanlarda kendinde bile değildi ama yine de babamın artık olmayacak olması insana garip bir his veriyor. Hasta da olsa bizle konuşamasa da orada bir yerlerde “babamın evi” diyebileceğimiz bir ev olmasını seviyorduk. Bazen birini sevmek için ille de elini tutabilmek gerekmez, orada olduğunu bilmek de insanın içini ısıtır.

Bir müddet ne yapacağıma karar veremedim. Saat çok erkendi. Sabahın o saatinde kimseyi arayamazsınız. Kaldığım yere geri gidip üstümü değiştirmeye karar verdim. Sonuçta takım elbiselerle Ankara’ya gidecek değilim. Ayrıca, birkaç gün kalacağım için yanıma bir şeyler de almam gerekiyordu.

Yaşadığım yer bizim ofislere 25 km mesafeydi. Bir şeyler hazırlayıp üstümü değişip geri geldiğimde (ofis Ankara yolu üzerinde) halen ofiste kimseler yoktu. “Ben en iyisi yola çıkayım, saat 8.00 olduğunda yöneticimi ararım” diye düşündüm. İşe başlayalı da daha 22 gün olmuştu. Etrafı bile yeni yeni öğreniyordum.

Tam o sırada Ayşın tekrar aradı ve “Acele etme, sakin sakin gel.” dedi. “Acele edecek bir şey kalmadı ki.” diye cevap verdiğimi hatırlıyorum. Bırakın acele etmeyi gayet de yavaş gidiyordum. Çok fazla da gitmek istemiyordum herhalde. Nasrettin Hoca Tesisleri’nde mola verdiğimi bile hatırlıyorum.

Babam çok sıkıntılı günler geçiriyordu. Hortumla beslenmeler, şunlar, bunlar her türlü sıkıntı vardı. Kendin de değildi ama yine de dönüşü olmayan üzücü bir vedaydı. Gördüğünü,  duyduğunu düşünerek onunla konuşuyorduk ama artık o şansımız da olmayacaktı.

Ankara’ya vardığımda bütün kâğıt kürek işlerinin hallolmuş olduğunu gördüm. Babama sürekli bakan dostlarımızın da yardımıyla her iş halledilmişti. Herkesten Allah razı olsun. Bu gibi durumlarda kaybettiğinizin acısı içinizdeyken bir de resmi işlerle uğraşmak zorunda kalıyorsunuz.

Rahmetli babam, “Türkiye’de en iyi cenaze işleri yürür, öldükten sonra kimse ortada kalmaz.” derdi. Gerçekten de öyle oluyor. Bu konularda çalışanlar her yerde çok yardımcı oluyorlar.

Gün ilerledikçe dostlardan telefonlar gelmeye başladı ve günün geri kalanı öyle geçti. Ertesi gün de yine çok soğuk bir havada görevlerimizi yerine getirip ebedi istirahatine uğurladık. Çok sıkıntılı ve çok soğuk bir havada çok kalabalık bir uğurlama oldu. Sert mizaçlı bir yapısı olmasına rağmen seveni çok fazlaydı. Türkiye’nin her yerinden Karşıyaka’ya gelen bütün akrabalarımıza, dostlarımıza, arkadaşlarımıza tekrar çok teşekkür ederiz. Allah razı olsun.

Bir sürpriz de Eti’deki dostlarımdan geldi. Henüz birbirimizi tanıyalı yirmi gün olmasına rağmen sevgili kardeşim Ertuğrul, Zihni Bey ve Sabri Bey de oradaydı. Onları görünce mutlu olmuştum. “Her işte bir hayır vardır.” derler, rahmetli Mazhar amcayı da en son orada gördük.

Bir günlüğüne İstanbul’dan gelen akrabalarımıza da çok teşekkür ediyorum. Kış günü sabah gelip akşam dönmek çok da kolay bir iş değil. Sağ olun, var olun. Bir parantez de sevgili arkadaşım rahmetli Ferda’ya açmak istiyorum. Yenişehir Koleji’nden gelen bütün arkadaşlarımla beraber Ferda’yı görünce çok şaşırmıştım. Ferda’nın bu tip yerlere çok da gitmediğini biliyordum. Hepsinden Allah razı olsun.

Bugün babam aramızdan ayrılalı tam altı yıl oldu. Keyifli sohbetlerimizi özlüyoruz, Evrankaya yemeklerimizi özlüyoruz, dostlarınla bir arada olmayı çok seven yapısını özlüyoruz, esprilerini özlüyoruz, bilgili yorumlarını özlüyoruz; her birinin anılarımızda ve kalbimizde ayrı ayrı yeri var.

Yaşımız büyüdü, etrafımızdakiler yaşlandı. Maalesef cenaze törenlerinde çok fazla buluşur olduk. Bütün kaybettiklerimizin mekânları cennet olsun, Allah rahmet eylesin.

Seni Allah’a emanet ettik, mekânın cennet olsun sevgili babamız.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

17 Ocak 2021 Pazar

Unutmak O Kadar Kolay Değil

Günaydın Dostlar,

İnsanlar gittikleri ülkelerin kültürlerine kaç yılda alışırlar? Arkadaşlarımdan bir tanesi bu konu ile ilgili uzun bir yazı yazmış. Doğal olarak, ben de uzun uzun okudum. Asıl vurguladığı konu da yeni ülkedeki bize uymayan davranış biçimleri.

Rahat bir yaşam biçimine daha çabuk alışıyoruz galiba. Bütün hayatını çok düzenli ve sistemsel olarak yaşayan insanların gelip Alanya’da, Marmaris’te rahatlığa alışması buna en güzel örnek diye düşünüyorum. Bir Orta Avrupalının gittiği bir bakkalda alışveriş yapmadan önce oturup bir de çay içtiğini düşünebiliyor musunuz?


Bu konularda benim en iyi bildiğim yer Amerika. Bambaşka bir anlayış ve yaşam şekli olan bir ülkeye kaç yılda alışıyoruz? Bırakın bizi, Amerikalıların yaşam şekli Avrupa ülkelerine bile uymuyor. Türkiye’de yaşamasam benim gidip de yaşayacağım tek yer Amerika’dır. Avrupa ziyaret etmek için çok güzel ama hiçbir ülkede yaşamak istemezdim. Neden? Çünkü ben Amerika’ya alışığım.

Amerika’ya genellikle insanlar iki türlü duygu ile geliyorlar. Bir kısmı işini veya okulunu bitirip hemen dönmek istiyor. Bir kısmı da her ne kadar kısa bir süre için gelmiş olursa olsun, bir daha hiç dönmek istemiyor. Dönmek için gidip süre çok uzayınca orada kalanlardan bir tanesi de benim.

Alışma süreci kaç yıl sürüyor? Açıkçası bu insandan insana değişiyor. Orada yaşadığımız yıllarda geldiğinin ertesi haftası pasaportunu tahrip edip tükenmez kalemle ismini değiştirenleri bile gördük. Bir de tabii en çok sevdiğimiz, bir ay içinde doğduğu günden beri konuştuğu anadilini unutanlar var.

Benim için Amerikalılaşmaya başlamanın ölçüsü baseball ile başlıyordu. Baseballu anlamaya ve takip etmeye başladığın zaman yavaş yavaş Amerikalı olmaya başlıyorsun. Bizim hiç alışık olmadığımız ve çok da anlamadığımız bir oyun ilginç gelmeye başladıysa senin için karar verme zamanı gelmiş demektir.

Dönme zamanının limitindesindir ve dönülmez noktaya doğru ilerliyorsundur. Okumak için Amerika’ya gelen öğrencilere “Ya okul bitince hemen dönün ya da dönmeniz çok zorlaşır.” tavsiyesinde bulunuyordum. Okuldan sonra çalışmaya başladınsa hele bir de aldığın dolar maaşı bizim buradaki maaşlarla mukayese etmeye başladınsa artık dönmen çok zorlaşmış demektir.

Amerika’ya alışırsın ama yine de bir yanın eksik kalır. Soranlara “Burada fikir özgürlüğü var.” gibi cümleler kursan da günlük yaşamında bu hiç karşına çıkmaz. Arkadaşlarım, “Orada herkes her istediğini söyleyebiliyor.” dese de durum tam da öyle değil. Bu coğrafyadaki gibi, “söyle izi kalsın” modeli orada pek çalışmıyor. Söylediklerini gerektiğinde net bir şekilde ispat edemezsen başına iş alıyorsun. Sen dava açmak niyetinde olmasan bile avukatlar seni kışkırtıyor.

Kültür farklı. İlk işe başladığımda çalışan işçilerden bir tanesi işini yaparken sürekli küfür ediyordu. Küfür için ocakların söndüğü bir ülkeden geldiğim için bana çok ters gelmişti. Gittim amirime söyledim. “Sana mı küfür ediyor?” diye sordu. “Bana değil ortalığa ediyor, net bir hedefi yok.” dediğimde “O zaman bir şey yapamazsın, bırak etsin.” demişti.

Başka ülkelerden gelenler kısa sürede bu duruma alışıyorlar mı? Hem de nasıl. Amerikalılardan daha çok yol alıyorlar. Üstelik bu süre Amerikan sporlarına alışmak kadar da uzun sürmüyor. Bir iki haftada hemen adapte oluyorlar.

Aslında unutmak o kadar kolay bir şey değil. Unutmak istemiyorsan ne lisanını unutursun ne örf ve adetlerini ne de ismini. Doğal olarak yaşadığımız ülkelere uyum sağlamamız gerekiyor. Sağlamalıyız da ama her şeyimizi unutarak değil.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…


10 Ocak 2021 Pazar

Satılık Tren

Günaydın Dostlar,

Sosyal platformlarda birçok model tren grubu var. Ben de bir tren meraklısı olarak bu grupların birçoğuna üyeyim. Kimimizin halının üzerinde dönen minicik bir treni var, kimimizin de büyük alanlarda sabit duran çok büyük trenleri var.

Ortak yanımız, hepimizin tren sevdalısı olması. Bir diğer ortak yanımız da genelde hepimizin belli bir yaşın üstünde olması. Genç nesilde model tren arzusu pek yok. Benim kızım bile ilk gördüğünde “Bu başka bir şey yapacak mı?” demişti.


Model trencilik kolay bir iş değil. Bir yandan çok zevkli olmakla beraber, bir yandan da çok zahmeti bir hobidir. Trenler de minik çocuklar gibi sürekli ilgi isterler, bakım isterler. Düzenli bir şekilde yağıyla, temizliğiyle, bakımıyla ilgilenmek gerekir. Bizim gibi tren severlere bu işler hiç zor gelmez, zira büyünün bir kısmı da bu çabalarda gizlidir.

Sosyal platformlardaki bu gruplarda ve internet ortamındaki diğer satış sitelerinde zaman zaman model tren satışları da olur. Hatta lokomotiflerini, vagonlarını takas edenlere bile rastlayabilirsiniz. Marka değiştirme çalışmaları da bu sitelerde karşınıza çıkabilir.

Model trencilik yapan insanlar; bu işe gönül vermiş, çok uzun yıllardır bu işi yapan insanlardır. Ben de dâhil olmak üzere birçoğunun kırk elli yıllık bir geçmişi vardır. Trenlerini yıllarca çocukları gibi koruyan bu insanlar bu günlerde çok mutsuz.

Ne kadar acıdır ki yıllardır baktıkları, büyüttükleri trenlerini satmak istiyorlar. Yıllardır tanıdığımız, bildiğimiz bir takım arkadaşlarımız kurulu trenlerini söküp parça parça satıyorlar. İşin en acı yanı da şartların bu duruma neden olması.

Dünya da ülkemiz de sıkıntılı günlerden geçiyor. Her sektörde büyük kriz var. Mali sıkıntılar insanları ellerindeki şeyleri satmaya zorluyor. Bazı insanlar sıkıntılı günlerin kolay kolay geçmeyeceğini düşündüğü için hazır halen para ediyorken trenlerini satmak istiyorlar. Her yer satılık tren veya tren parçaları ilanlarıyla dolu. İki gün sonra hiçbir değeri kalmayacağına inananlar çok fazla. “Dünya öyle ciddi ekonomik sıkıntılarla uğraşacak ki kimsede model trenlere filan verecek para kalmayacak.” görüşü çok yaygın.

Trenlerini elden çıkarma istemelerinin bir diğer nedeni de onlardan sonra kimsenin ilgilenmeyeceğini düşünmeleri yüzünden. Maddi kaygıdan ziyade trenler ortada heba olup gitmesin derdindeler. Hiç olmazsa sağlığımda bu işten anlayan ve değer veren birileri onları sahiplensin arzusundalar.

Moral bozukluğu da bu işin önemli bir parçasını oluşturuyor. Her hobiye ve her şeye olduğu gibi model trenciliğe karşı da çok büyük bir heves kalmadı. Küresel salgın ve ekonomik nedenlerden kaynaklı sıkıntılı günler, kimsede bu gibi şeylerle ilgilenecek tat bırakmadı.

Bütün bu tren bolluğu fiyatları düşürdü mü? Kesinlikle hayır. Avrupa’dan model tren parçalarını getirmek çok zorlaştığı için, satanlar genellikle yüksek fiyatlar istiyorlar. Eskiden her Almanya’ya giden tren parçalarını alıp geliyordu ama artık seyahat etmek de çok zorlaştı.

Hemen belirteyim, her sektörde olduğu gibi bu sektörde de trencilikle çok da bir bağı olmayan, sadece bu işin ticaretini yapan arkadaşlar da var. Sürekli olarak gelenle gidenle bir şeyler getirip satıyorlar.

Tabii pazarın bir diğer gerçeği de bir iki marka hariç Türkiye’de bu trenleri satan hiçbir yer olmaması.

Model trenciler mutsuz. Artan kurlar ve salgın bu işe sürdürülemez bir hale getirdi. İnsanlarda ne zevk kaldı ne de bu işe yatıracak para. İnşallah bir gün ortam düzeldiğinde yine hepimizin hobilere ayırabileceği parası da olur, keyfi de.

Bu sabah ben trencileri yazdım. Yazıdaki tren kısımlarını çıkarıp herhangi bir konuyu da boşluklara koyabilirsiniz. En azından çok yanlış olmaz. Her sektör sıkıntılı günler geçiriyor. Allah yardımcımız olsun, tünelin ucundaki ışık çabuk görünsün.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

5 Ocak 2021 Salı

Hatalar Zinciri

Günaydın Dostlar,

Fenerbahçe’nin bir hatalar zinciri olduğunu söyleyenlerin sayısı hiç de az değil. Bir kulübün bütün takımlarına isteksizlik ve ruhsuzluk hastalığı bulaşmışsa o kulüpte teknikle, taktikle çözemeyeceğiniz sorunlar var demektir.

Fenerbahçeli arkadaşlarım, “Ağabey takımda Fenerbahçe ruhu kalmamış.” diyorlar. Son yıllarda ne zaman vardı ki de şimdi bitmiş olsun. O takımda bir tane Fenerbahçeli oyuncu var mı?


Ruh yok, hata çok. Hataları akşama kadar yazsam bitiremem ama ben bu sabah sadece yaptığımız transferlerin bazılarından bahsetmek istiyorum. “18 transfer yaparak transfer şampiyonu olduk” şeklindeki algı yönetiminin yeşil sahada sana bir yararı olmuyor. Artık savaşmadan maç kazanma dönemi bitti. Bütün takımlar belli bir seviyede oyun oynayabiliyorlar.

Gelin şimdi hep beraber bazı transferimize kısaca bir göz atalım. Bakalım içlerinde bir tane elle tutabileceğimiz oyuncu var mı?

Nedenini bilmiyorum ama ben ilk Caner ile başlamak istiyorum. Orta yapabilme yeteneği yüzünden diğer bütün eksikliklerine takımların tahammül etmek zorunda kaldığı oyuncudan söz ediyorum. 32 yaşındaki bu arkadaş kendini “ortacı” zannettiği için asıl görevinin defans yapmak olduğunu bile unuttu. Caner’in hataları yüzünden çok gol yedik. Başka hiçbir ofansif alternatifimiz olmadığı için Caner’in sahanın her yerinden yaptığı yerli yersiz ortalarını çok sever olduk. Her an kırmızı kart görme potansiyeli olduğunu da gündeme bile getirmiyorum.

İkinci ismimiz tabii Sosa. Bir oyuncu bu kadar dükkânı kapamışken nasıl gider de bu transferi yaparsınız? 35,5 yaşındaki Sosa’nın ruhen tatilde olmasından dolayı geçen sene Trabzon şampiyonluğu kaçırmadı mı? Orada ne oynadı ki, burada ne oynamasını bekliyoruz. Bir anda yıllar önceki Beşiktaş’ta oynayan Sosa mı gelecek zannettik? Kendi oynamadığı gibi sıfır katkı vermesi diğer oyuncuları da sinirlendirip moralini bozuyor.

Perotti adı geçince, herkes “Çok iyi bir oyuncu” diyor. Tanımlama doğu ama eksik, çok iyi bir oyuncuydu demek daha iyi olur. 32,5 yaşındaki Perotti artık müzmin bir sakat. Nitekim son yılları da hep böyle geçti. Allah’tan oynamazsan para vermeyiz tipi bir sözleşme yapmışız da paramız ziyan olmadı. Para gitmedi ama oyun beklemeyin. Perotti bundan sonra hep böyle gider. Üç kere oynarsa beş kere oynamaz.

Geçen senenin gol kralı Papiss Cisse de 35,5 yaşında. Geçen sene bulduğu 500 tane gol pozisyonunu doğal olarak Fener’de bulamıyor. Bu arkadaşın en büyük özelliği; en basit golleri kaçırıp, en olmayacak golleri de atmasıymış. Biz şu ana kadar sadece en basit golleri kaçırmasını görebildik. En olmayacak golleri atmasını da sabırla bekliyoruz. Kapalı defanslara karşı başarılı olması zor olan bir açık alan oyuncusu olan bu arkadaş da iyi bir transfer değil. Hiç işe yaramayacak bir maçta üç gol atabilir ama sana çok fazla maç kazandıramaz. Nerdeyse benim yaşıma yaklaşmış yaşı da cabası.

Manevi nedenlerle alınmış olsa da, Gökhan Gönül’ün de 36 yaşında olduğunu unutmayalım. Önümüzde bir Atiba Hutchinson örneği var ama herkes Atiba değil. Gökhan da birkaç maç oynayarak, birkaç maç sakatlanarak sezonu tamamlar. Zaten arka arkaya çok fazla maç oynayınca pili bitti.

Samatta 28 yaşında. Kısacası, yaş sorunu yok. En verimli çağındaki bu arkadaş, geçen sene sadece 7-8 maçta oynadı. Çok harika olsa zaten orada oynatırlardı. “Orada oynayamadı ama bizim ligde başarılı olur” sevdasından artık vazgeçmemiz gerekiyor. Oynayan adam (ama az ama çok) her yerde oynar.

Bedelsiz olarak Fenerbahçe’ye gelen 28 yaşındaki Mame Thiam, hazırlık maçında üç gol atınca büyük olay oldu. Bütün dostlarımız, “Muhteşem bir oyuncuyu bedavaya aldılar, bu işte bir iş var” yorumları yapmaya başladılar. Dostlar, merak etmeyin. Zaten o günden sonra dün akşama kadar bir daha da bir şey oynamadı.

Enner Valencia da 31 yaşında. Zaten bizim takımda 30 yaşın altında oyuncu bulmak çok kolay bir iş değil. Gençleşme vaatleri unutuldu gitti. Şartlar takımları yine emeklilerle yola devam etmeye zorladı. Ne kadar heyecanı kalmamış arkadaş varsa hepsi burada. 32 yaşından büyük yabancı oyuncu transferine kesinlikle izin verilmemeli. Ruhu emekli olmuş sporculara dövizle ödeme yapmaktan bıktık artık.

Bir başka transferimiz Kemal Ademi hakkında da bir şeyler yazmak istiyordum ama yanlışlıkla alındığını düşündüğüm için yazmamaya karar verdim. İnternetten alışveriş yapmanın da bu tip riskleri var.

Son sözüm de teknik direktörümüz Erol Bulut için. Bazen çok iyi ve çok çalışkan olmak yetmiyor. Karşı takımı oynatmamak üzere planlar yaparak bazı takımlarda günü kurtarabilirsin ama Fenerbahçe’de olmaz. Topu karşı takıma verelim gibi bir yaklaşımı ben ömrüm boyunca Fenerbahçe’de görmedim. Burası geride bekleyip kontratak yakalamayı bekleyecek bir kulüp değil. Oynatmayarak başarılı olan adamlar, oynatmaları da gerektiğinde genelde başarılı olamıyorlar. Bizim yerli modelimiz olan oynatmamanın yurtdışına çıktığımızda ne kadar aciz kaldığını çok net olarak görebiliyoruz. Eski kısır taktikleri bırakıp büyük düşünmek gerekiyor.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

1 Ocak 2021 Cuma

Kendim Takip Edeceğim...

Günaydın dostlar…

Pinpon topu fiyatlarındaki değişimin bu aşamada benim enflasyonumu çok da yansıttığını düşünmediğim için, kendi enflasyonumu kendim takip etmeye karar verdim. Kırk yılda bir alınan şeyler değil, her gün alınan şeyler önemli.

Artık her torbanın bir teklik olduğu bir ortamda, açıklanan enflasyon rakamları benim gerçeklerime çok da uymuyor. Hiç üşenmedim en çok aldığımız 50 tane ürünü alt alta yazdım. Her gün bunların fiyatlarını takip edip, kendi enflasyonumu kendim takip edeceğim. Umarım aydan aya azalır.



Her ay sonunda kısa bir paylaşımla bu gelişmeleri sizlerle de paylaşırım. Mukayeseleri aylık ortalamalar üzerinden yapacağım. Hep aynı şeyleri aldığımız için bizim ürün listemiz çok fazla değişmiyor. O yüzden aynı süpermarketten aynı fiyatları takip etmek çok da zor olmayacak. En fazla 15 dakikamı alır. Listedeki ürünlerden biri piyasadan çekilirse, o zaman da ona en yakın olan ürünle yoluma devam edeceğim.

Zaten her gün o kadar çok şey takip ediyorum ki, bir takip etmediğim tuvalet kâğıdı fiyatları kalmıştı. Galiba piyasaları takip etme işini seviyorum.

Arkadaşlarım “Takip edeceksin de ne olacak?” diye soruyorlar. Çok güzel bir soru. İlk nedenim, kendi enflasyonumu görmek istiyorum. İkincisi de ürün bazındaki değişimleri göreceğim. Belki alım alışkanlıklarımızı bu bilgiler doğrultusunda şekillendirebiliriz. Tuvalet kâğıdından vazgeçemeyiz ama belki vazgeçeceklerimiz de olabilir.

50 ürünlük liste, oldukça iyi bir yelpaze. Aldığımız her şey var içinde. Kozmetik ürünlerden tutun da içeceklere kadar her şeyi eklemeye çalıştım. Her enflasyon sepetinde muhakkak olması gerektiğini düşündüğüm patates ve soğan da var. Bizim ülkemizde patates ve soğan girmeyen ev var mıdır? Daha önce de yazdığım gibi, iki kilodan az alınması zaten kanunen yasaktır.

Olmazsa olmazlarımız ekmek ve su da listemizde var. Farklı çeşitleri tüketilse de genellikle her evin bir çeşit ekmek alımı oluyor. “Ekmek bulamayanlar pasta yesin” denmiş ama ben pasta yerine çikolata ve bisküvi fiyatlarını takip etmeye karar verdim.

Takip etmekteki bir diğer zorluk da piyasa koşullarına bağlı olarak birçok ürünün gramajlarının değişiyor olması. Fiyatla oynamamak için birçok firma ürünlerinin gramajlarını artı veya eksi yönde değiştirebiliyor. Mecburen ben ilk günkü gramajlar üzerinden yürüyeceğim. Değişiklik olursa fiyatı ona göre ayarlayacağım. Anlayacağınız, sadece ürünleri değil bugünkü gramajlarını da yazdım.

Çok mu iyimserim bilmiyorum ama bu fiyatları takip ederken bazı aylarda fiyatların düşmesini de bekliyorum. İlle de her şeyin fiyatı her ay artacak diye bir durum yok. Mevsimsel parametrelere bağlı olarak bazı ürünlerde fiyatlar düşebiliyor.

Tabii bu çalışma bana kendi rakamlarımı piyasa rakamları ile mukayese etme şansı da verecek. Benim aylık değişimimi dolar kuru, enflasyon oranları, petrol fiyatları gibi temel ekonomik göstergelerdeki değişimle karşılaştıracağım. Bütün temel göstergeler %3-%5 artarken benim torbalarım %15 artıyorsa burada bir terslik var demektir.

Hemen belirteyim, her türlü ekonomik veriyi de her gün takip ediyorum. Bu işler bana bulmaca çözmek veya Sudoku oynamak gibi geliyor. Son 15-20 yıldır takip etmediğim şey yok gibi.

Dostlarım sık sık emeklilikten sıkılıp sıkılmadığımı soruyorlar. Gördüğünüz gibi ben işlere yetişemiyorum bile. Gün içerisinde defalarca bu takipleri yapıyorum.

Bir arkadaşım da “Her sabah süpermarkete mi gideceksin?” diye sordu. Öyle bir şey yok, Allah korusun. Ben zaten internetten alışveriş yaptığım için, fiyatları da internetten takip edeceğim. Sonuçta peşinde olduğumuz veri değişim oranı.

Sevgili dostlar, çok zor bir yılı geride bırakarak yeni bir yıla adım attık. Bu yılın da çok kolay olmayacağını bilsek de yine de umutluyuz. Sıkıntıların azaldığı, sağlık sorunlarının bittiği, insanların gülmeyi yeniden öğrendiği güzel bir yıl olsun inşallah.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…