30 Ocak 2016 Cumartesi

Silgi...

Günaydın dostlar…

Meclisin arka duvarına saklanmış olarak duran Yenişehir Koleji çok farklı bir ortamdı. Hem çok butik, hem de çok samimi bir okuldu. İleri görüşlü öğretmenleri, öğrencilere bugünün arkadaş tavırlarıyla yaklaşırlardı.
Büyük bir mutlulukla belirtmek isterim ki; aradan çok uzun yıllar da geçmiş olsa, bugün dahi bütün arkadaşlarımızla görüşüyoruz. Facebook ortamının bu konudaki faydası inkâr edilemez ama bizler de görüşme arzumuzu hiç kaybetmedik.


Ortam güzeldi, samimiydi ama her yerde olduğu gibi bu okulda da her çeşit insan vardı. Haylazlıkta sınır tanımayanların okuluydu. Bu arada hemen şunu da belirteyim; ortam samimiydi ama not vermeye gelince bir gram samimi davranmıyorlardı.

Ben, Yenişehir Koleji’ne lise yıllarında katıldım. Okula başladığımız ilk aylarda Yenişehir Koleji’nin çok renkli simalarından bir tanesi, durup dururken bana gelip, “ben senin silgini yutabilirim,” dedi. Zaman zaman dalga geçmek için sınıfın kızları tarafından yazılmış mektupları da alan bu arkadaşımız, neden bir anda benim silgime takmıştı anlayamadım. Belki de sahte aşk mektuplarını silmek için kullanacaktı.

Ben de boş boş bakıp, “çok iyi,” filan gibi bir şey söyleyip, arkadaşı başımdan savmaya çalıştım. Çok güzel, yeşil renkli, kocaman da bir silgim vardı. Üstelik aylar boyunca da hiç kullanılmamıştı. Hiç hata yapmadığımdan değil, pek bir şeyler yazmadığımdan.

Silgi, ilk günkü gibi duruyor ama adam da silgiye taktı. Ne zaman beni teneffüste yakalasa, “ben senin silgini yutarım,” deyip duruyor. Benim ile ilgili takacak o kadar çok konu varken, adam silgiye taktı. Gelip bana, “senin İngilizceye hiç kafan basmıyor,” dese anlayışla karşılayacağım ama “silgini yutarım” deyip durunca ne cevap vereceğimi de bilemiyorum.

Bir ara, “silgini yutarım” cümlesinin acaba bu okulda başka bir anlamımı var, diye bile düşündüm. Bu arada, silgi de kocaman. Bir yandan da, nasıl yutacak, boğazına takılacak, nefessiz kalacak diye düşünüyorum.
Bir gün, tam öğlen yemeğinden döndüğümüzde, bizimki yine “silgini yutarım” diye geldi. Etrafımızda da 3-4 arkadaş daha vardı. “Yut ulan,” dememle beraber silgiyi elimden alıp, bir saniyede yuttu.

Nasıl yutacağını düşünmemiştik ama bu kadar seri bir hareket de beklemiyorduk. Kocaman yeşil silgi, su bile içmeden bir saniye de gitti. Hani, “susuz götürür” derler ya, koca silgi bir anda susuz gitti.

Ben ve etrafımızdakiler bir müddet öylece kala kaldık. Ne diyeceğimizi bilemedik. Düşünsenize, siz olsanız böyle bir durumda ne derdiniz? “Harikaydın be ağabey, süper yuttun,” diyecek halimiz yok.

Silgi yutma olayını, o anı yaşayan 4-5 arkadaşımızdan başka kimse bilmez. Aslında bu olay 40 yıllık bir sırdı ama artık halka açılma zamanı gelmişti. Olaya şahit olanlar o kadar şok oldu ki, bu konu bir daha hiç konuşulmadı. Hani uzay aracı gördüğünü kimseye anlatamazsın ya, bu konu da işte öyle bir sır olarak kaldı…
Silgiyi yuttuktan sonra bu sefer de silginin bünyesinden nasıl çıkacağı muhabbetleri başladı. Her kafadan bir ses çıktı ama işin açıkçası benim hiç umurumda değildi. Mide asidinde eriyeceğini ortaya atanlar da oldu, tek parça halinde kalacağını düşünenler de. Hatta bazı arkadaşlarımız, silginin içeride ıslanıp şişeceği yönünde fikir yürüttüler.

Bu konuda çok düşünmemekle beraber, benim gönlüm tek parça halinde kalmasından (içeride şişmesine de karşı değilim) yanaydı. Umarım çıkması, yutması kadar kolay olmamıştır.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder