3 Ocak 2016 Pazar

Burdur'da Bir Hafta Sonu...

Günaydın dostlar…

Dün sabah babam ile ilgili yazarken, Burdur’da, ben askerdeyken yaşamış olduğumuz bir anımız aklıma geldi. Çocukların 3000 metre yükseklikte, çetin kış şartlarında vatan için canlarını verdikleri bir ortamda, “ben de Burdur’da 60 gün askerlik yaptım,” demek hiç içimden gelmiyor ama ne yapalım ki, benim hayatımın gerçeği de bu. İşin komik tarafı, babam da askerliğinin ilk bölümünü Burdur’da yapmış.
Genelde oturarak veya 60 derece güneşin altında yürüyüş yaparak geçen askerlik döneminde, bütün hafta boyunca sabırsızlıkla beklenen şey; hafta sonu izniydi. Cumartesi öğlen çıkar, pazar akşamı saat 17.00’ye kadar geri dönmezdik.


Böyle yazdım ama tabi ki bu iş bu kadar basit değildi. Cumartesi akşamını dışarıda geçirebilmek için annenin, babanın veya eşinin Burdur’a gelmesi gerekiyordu. Cumartesi günleri saat 12.00’de çay bahçesinde masalar kurulur, sen de gelen şahsın birinci dereceden akraban olduğunu komutana göstererek, akşam kalmalı olarak dışarı çıkabilirdin.

Olayın gerçek dünyadaki akışı bu kadar kolay olmuyordu. Gelen akrabanı elinden tutup, nüfus cüzdanlarınızı da elinizde hazır ederek masada oturan komutanın yanına götürmen gerekiyordu. Genelde de masada ya bir yüzbaşı ya da bir üsteğmen otururdu. Götüreceğiz ama masaya yaklaşmak için hayatını tehlikeye atman gerekiyor. Zannedersin ki, bütün Türkiye masanın etrafında ve en ufak bir intizam yok. Babamı kolundan tutar, çeke çeke kalabalığın içine girer zar zor izini alıp çıkardık.

Ailelerin çoğu akşam seyahat eder, Burdur sabahında bir kahvaltı eder, saat 12.00’ye doğru da tugayın girişindeki çay bahçesinde hazır bulunurlardı. Bu arada hemen belirteyim, biz orada kaldığımız süre içinde, bu çay bahçesine sadece bu süreç esnasında girebiliyorduk.

Güzel bir cumartesi sabahında, yine rutin çalışmalar devam ederken. Komutan geldi ve “çocuklar bu hafta sizi erken çıkarmaya karar verdik, hadi herkes çay bahçesine gidiyor,” dedi. İyi güzel ama kimsenin bu durumdan haberi yok. Saat 9.00 gibi çay bahçesine gittiğimizde etrafta in cin top oynuyordu.

Sırayla çağırıyor. “Emin Evrankaya,” dediğinde alıp babanı yanına gideceksin ama etrafta kimse yok ki. 12.00’de çıkacağımızı bilen insanlar neden 9.00’da tugaya gelsinler. Nitekim kimse akrabasını gösteremedi ve dışarı çıkamadı. Kös kös bizim bataryanın bulunduğu alana geri döndük.
Doğal olarak, saat 12.00’de akrabalar geldiğinde de, onlarda kimseyi bulamamışlar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla, onlara da o aşamada doyurucu bir açıklama yapılmamış. Cep telefonu filan da yok ki, arayıp haber versek. Gerçi olsa bile, babam cep telefonu kullanacak en son insan olurdu. Hiçbir zaman da cep telefonu olmadı.

Bırakın cep telefonunu, kredi kartı bile olmadı. Kredi kartıyla alışverişi, parasını vermeden bir şeyler alıyor gibi düşünür ve kendini kötü hissederdi.

Hem manga başı olduğum için, hem de ortalara atılmaya meraklı keriz bir yay burcu olduğum için, çocuklar beni komutana yolladılar. İşin komik tarafı ben 30 yaşındaydım, üsteğmen 27 yaşında. Allah var, en ufak bir sertliklerini veya kaba konuşmalarını görmedik.

Komutanım, “ailelerimizi erken gelmeleri konusunda uyarmadığımız için, biz nizamiyeye gittiğimizde onlar orada değillerdi; o yüzden de izin sürecini tamamlayamadık,” dedim. Sanki bütün süreç bizim suçumuzmuş gibi konuştum. “Beni alakadar etmez gelselerdi zamanında,” diye cevap verdi.
Bu arada saat 14.30 oldu ve ailelerde neden çıkamadığımızı bilmeden orada bekleyip durdular. Komutan, “bu hafta sonu kimse dışarı çıkamayacak herkes kendini ona göre ayarlasın,” deyince; ben de “emirlerinizi arkadaşlara ileteceğim,” diyerek odadan çıktım.

Koğuşun önünde boş boş otururken saat 15.30 gibi bir haber geldi. “Herkes nizamiyeye, akrabası gelenler dışarı çıkabilecek,” denildi. Allah’tan kimse bir yere gitmemişti de, alışık olduğumuz itiş kakış sürecini tamamlayarak dışarı çıkabildik.
Yazını son kısmını tamamlamayı sizlere bırakıyorum. Bir saat önce dışarı çıkamazken, ne oldu da bir anda dışarı çıktık? Sizler son paragrafı tamamlayın, ben de gerçekten ne olduğunu yarın sabah sizlerle paylaşacağım.

Sevgili babam, “burası Türkiye, burada hem hiçbir şey olmaz, hem de her şey olur,) der. Gerçekten de öyle. Bu hayatta yarın sabah ne olacağı hiç belli olmaz.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder