18 Ağustos 2015 Salı

Değer Vermek

Günaydın dostlar.

“Değer vermek” diye bir başlık attım ama belki de yazımızın başlığı, “Değer Vermemek” olmalıydı. İnsanların kendini değerli hissetmemesi, bu topraklarda her platform için geçerli bir konu ama biz bu sabah daha çok iş ortamındaki durumu inceleyeceğiz.
Yıllardır birçok şirketin içine girer çıkarım ve karşıma çıkan en yaygın durumlardan birisi, insanların çalıştıkları şirketlerin kendilerine değer verdiğini düşünmemesi, konusudur. Burada sorulması gereken soru, gerçekten mi değer verilmiyor yoksa verilen değer çalışanlara hissettirilemiyor mu?

CCI, bu ülkede çalışabileceğiniz en iyi şirketlerden bir tanesidir ama ne yazık ki aynı sorun benim çalıştığım dönemlerde orada da vardı.
“Ben şirketimden çok memnunum, ayrıca da maddi ve manevi olarak şirketimin bana çok değer verdiğini düşünüyorum.”. Bu toprakların insanlarının büyük bir çoğunluğunun yapılarının böyle bir cümle kurmaya müsait olmadığının da farkındayım. Mutluluktan ölsek, yine de böyle bir cümle kuramayız.
Durum böyle iken, nedir insanları mutsuz eden ve değersiz hissettiren? Doğal olarak ilk başta para konusu geliyor. İnsanlar, (doğru veya yanlış) yaptıkları iş için diğer çalışanlarla mukayese edildiğinde adil bir ücret almadıklarını düşünüyorlar. Adam kayırmaca çalışmaları ve kim olduğuna bağlı olarak verilen maaşlar, insanları mutsuzluğa sürüklüyor. Doğal olarak da bu konuda en büyük görev insan kaynakları yöneticilerine düşüyor. Bölüm yöneticileri istese bile, onların bu tip haksızlıklara direnmeleri gerekiyor. Belirlenmiş maaş politikaları ve seviyeleri adamına göre saptırılmadan uygulanmalıdır.

Bu konuya doğrudan bağlı olarak ortaya çıkan diğer bir konu da işlerin dağılımı ve iş yükü konusudur. Herkes, en yoğun kendinin olduğunu düşünür ve etrafına da bunu böyle satar ama gerçek hayattaki durum hiç de böyle değildir. Geçen gün bir ambar ortamında yaptığımız çalışmada aynı işi yapması gereken 6 eleman arasında en çok iş yapanın en az maaşı aldığını gözlemledik. Peki, böyle bir durum nasıl oluşuyor? Kimin ne kadar çalıştığını belirleyecek sistemler yerine oturtulmamışsa açıkgözler parayı götürürken, iyi niyetliler de sırtında malları oradan oraya götürüyor. Konu ne olursa olsun, her yönetici çalıştırdığı insanların verimliliği hakkında bilgi sahibi olmalıdır.

Amerika’da hiç kimse bir birlerinin maaşını bilmezdi ama burası Türkiye. Hiçbir şey gizli kalmıyor ve millet birbirinin maaşını SSK kesintisine kadar biliyor. Bütün ay boyunca ortalıkta gezinen birinin ay sonunda en yüksek maaşı alıyor olması, adaletsizlik duygusunun artması için yetiyor da artıyor bile.

Çalışanları mutsuzluğa iten nedenlerden bir diğeri de, aynı bina içinde çalışan çeşitli yöneticilerin farklı uygulamalarıdır. Bölümlerden bir tanesi sürekli dışarılarda yemeklere giderken başka bir bölümde böyle bir konunun gündeme dahi gelemiyor olması, çalışanları ciddi biçimde olumsuz etkiliyor. İşini halleden bölüm, “iş yemeği, müşteri yemeği, yönetici yemeği, şu yemeği, bu yemeği” deyip her akşam restoranlarda dolaşırken, diğer bölümler peynir ekmek bulamıyor. Böyle bir ortamda da adaletsizlik ve kendini önemsiz hissetme duyguları tavan yapıyor.

Seyahat konularında da durum çok farklı değil. Birileri business class uçarken aynı seviyedeki başka birilerinin aynı noktaya ekonomi uçuyor olması, insanların kendini değersiz hissetmesine neden oluyor. Bazı şirketlerde de birileri uçakla giderken diğerleri otobüsle gitmeye zorlanıyor. Sen gitmişsin 1 saatte, adam otobüsle 12 saatte gelmiş. Şimdi sen bu çalışandan şirkete bağlılık mı bekliyorsun? Bu tip harcamalar küçük harcamalardır ama mutsuzluk katsayıları çok yüksektir. Kendini “ikinci sınıf” hissetmeye zorladığın çalışandan “birinci sınıf” iş alamazsın. Seyahat prosedürü çok net olarak belirlenmeli ve her seviye için ayrı ayrı tanımlanmalıdır.
“Verilen sözlerin tutulmaması”, bir diğer önemli konumuz. Yöneticiler 50 çeşit söz veriyorlar ve zaman içinde bu sözlerini unutuyorlar. Yönetim açısından çok da önemli olmadığı için unutulan bu sözler, çalışanın kalbine yeni bir çentik atmaya yetiyor. Zamanla da her yerinden kesilip paramparça oluyor.

Hiçbir yönetici, yerine getirebileceğinden emin olmadığı bir konuda çalışanına söz vermemelidir…

İstisnalar hayatımızın bir parçası ama konunun içinde insan faktörü olduğu zaman istisnalar konusunda çok dikkatli olmalıyız. Bir bakıyorsun, “Böyle bir şeyin olması kesinlikle mümkün değil.” denen bir konu, Ayşe gidip de Fatma gelince mümkün oluvermiş. Çalışanların gözünde de sizin lafınızın hiçbir değeri kalmamış.
İnsanların büyük hassasiyet gösterdiği bir diğer konu da şirket arabası konusu olarak karşımıza çıkıyor. Hemen hemen her şirketin bir “araç politikası" var ama onun dışında neden altında araç olduğu bilinmeyen insanlar da var. Bir şekilde bu arkadaşa görevi gereği bir araç verilmesi doğru bulunmuş ama ne araç politikasına uyuyor, ne de insanlar bu aracın gerekliliği konusunda ikna olmuşlar. Buyurun cenaze namazına. Bazı yöneticiler, arabayla gelen çalışanlarına benzin parası öderken, diğerlerinin ödemiyor olması da ayrı bir rahatsızlık konusu. Bunlar hassas ve şirket içinde sorun yaratabilecek konular olduğu için çok dikkatli uygulanmalılar. Şirketin bir araç politikası olmalı ve de adamına göre istisnalar yapılmamalı.
Her zaman sorun çıkaran bir diğer konu da, “pool car” tabir edilen ortalıkta duran ve de ihtiyaca göre kullanılması gereken araçlardır. Bu araçlarla ilgili tartışmalar ve gereksiz kişiler tarafından kullanıldığına dair yorumlar hiç bitmez. Şimdi nasıldır bilmiyorum ama benim zamanımda CCI, pool carların hepsini yok etmişti ve bu sorun da çözülmüştü. Bizim ülkemizde, ortalığa tahsis edilmiş bir şeylerin 500 çeşit dedikodu yapılmasına neden olmasını önlemek çok zor.

Burada tek tek özetlemeye çalıştığımız konuların ve bunların şirket içinde adil uygulandığının takipçisi olması gereken birim, insan kaynakları bölümleridir. Üzülerek söylemeliyim ki, 27 yıllık çalışma hayatımda ne Amerika’da, ne de Türkiye’de bu konuların adil yürümesi için gidip de diğer birim yöneticileriyle didişen hiçbir insan kaynakları yöneticisi görmedim. Bir, iki arkadaşımın bu yöndeki çabalarını biliyorum ama onlarda çok fazla bir yere varamadılar.

Genelde insan kaynaklarının tutumu, bu gibi konuları bölüm yöneticisine bırakmak şeklinde oluyor. Bölüm yöneticisi yaşananlardan ve çalışanlarının söylenmelerinden mutsuz değilse, insan kaynakları için düğün bayram. Gidip de şimdi durup dururken kavga mı çıkarsınlar?
İnsan kaynakları bir şeyler yapmaya çalışabilir ama gerçekten de burada büyük sorumluluk (bugünkü iş hayatımızın bir gerçeği olarak) bölüm yöneticilerine düşüyor. Konu dönüyor, dolaşıyor gelip “adalet” kelimesinde tıkanıyor. Bu işlerin hepsinin altında adalet ve adil olma duygusu yatıyor. “Yan masadaki çalışanın durumu seni alakadar etmez.” yaklaşımları bu topraklarda yürümüyor. Bırakın bu toprakları Amerika’da bile yürümez.

Sevgili yöneticiler, çözüm sizsiniz. 3 kuruşluk tasarruf yaratacağız diye (üst kattan gelen baskıların da bunda rolü var) 5 kuruşluk mutsuzluk yaratmayın. İnanın aldığımız tasarruf tedbirleri insanları mutsuz etmekten başka bir işe yaramıyor. İşler gerçekten kötü gidiyorsa, çay yapan arkadaşları ve şoförleri işten çıkararak şirketi kurtaramazsınız. Tam tersine herkesin moralini bozarsınız.
Unutmayın ki çalışanlarınızın haklarını korumak ve de genel sistem içinde adil bir konumda bulunduklarından emin olmak da sizin sorumluluklarınız arasında. Çalışanlarınızın hakları ile ilgili makul konuları çeşitli platformlarda anlatmaya çalışmaktan korkmayın. Mantıklı ve nezaket kuralları içinde anlatılmaya çalışılan bir konuya, kimse “Dinlemek istemiyorum” demeyecektir.

Çalışanlarınızla arkadaş olun, dost olun.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın...

4 yorum:

  1. Kaleminize sağlık Emin Bey..

    YanıtlaSil
  2. Kronik ve bir o kadar gecer akce bir konu...elinize saglik

    YanıtlaSil
  3. Emin bey, sizinle fiziki olarak Coca Cola’da beraber çalışmadık. Fakat yazdığınız konuların hepsinin altına imza atarım. Sadece birkaç konuda ilave yapmak isterim. Coca Cola gibi dünyanın ve ülkemizin büyük şirketlerinin en önemli sorunu sadece ve sadece üst kademe yöneticilerin yanlış,torpille, işinin ehli olmayan, soyadı avantajlı kişilerden oluşması ve/veya oluşturulmasıdır. Böyle yanlış seçilmiş kişilerden oluşan organizasyonlar aynı bugünün Türkiye’sinde olduğu gibi yükselmek için her türlü klikleri ve biat kültürünü beraberinde getirmektedir. İnanın Coca Cola’da yaşadıklarımı yazsam ya da yazdıklarımı kitap olarak bastırsam bugün emekli olmuş ve/veya halen çalışan ,kendini yönetici olarak gören beceriksiz yönetici müsveddeleri sokağa dahi çıkamazlar. Dolayısıyla bu yetersiz kişilerin yazmış olduğunuz konulardaki hataları yapmaları da çok doğaldır. Mensup oldukları markanın ışıltılı gölgesinde kendi çıkarları ve egolarının esiri olmuş kişilerin hem iş hayatında hem de politik alanda günümüz Türkiyesini nereye getirdikleri gözlerimizin önündedir. CocaCola’dan sonra çalıştığım Pepsi Cola’da da durumlar, ilişkiler aynıydı. Patron şirketi olması sebebiyle daha bile kötüydü. Kariyerimin finalinde ki Ülker Cola Turka serüveninde yaşadıklarım, takım olarak çok başarılı olmamıza rağmen çok farklı izler taşımıyordu. İlk kez sizin yazınızı okuyunca hiç konuşmadığım, çok telaffuz etmediğim konulara girdim. Coca Cola’nın kendi bünyesinde ilk kez Maksan olarak yapılandığı 1990 yılında çok acılar ve cefa çekmiş; her türlü entrika yumağının içinde kalmış tüm Yenibosna ekibinin bir ferdi olarak birden yüreğimden akanları yazdım. Çok değerli yazılarınız konusunda sohbet etme dileğiyla iyi günler dilerim.

    YanıtlaSil
  4. Yazdiklariniz gerçekten çalışma hayatında devamlı karşımıza çıkan sorunlar olup , bu sorunları kulak arkası yapan ve gündeme getirmeyen bir sürü yönetici ile çalıştım.Kendi maaşlarına 2 dk zam yapan mv gibi bir sürü yönetici gördüm.Sadece kendi imkanları için pazarlık yapan ama ekibim dediği insanlar için hiç bir şey yapmayan GM gördüm.Bunlari yanyana geldiğimizde detaylı konuşuruz.iyi akşamlar.

    YanıtlaSil