13 Temmuz 2016 Çarşamba

Yazlık...

Günaydın dostlar…

Deniz ve kum tatilini çok sevmeyen bir insan olarak, güneyde bir yerlerde yazlık alma işine de hiçbir zaman sıcak bakmadım. Babam da tatil yapmayı çok sevmezdi, muhtemelen benim bu huyum da babama benzemiş.
Düşünüyorum da, sadece yazlıkları değil, ben yaz mevsimini de çok sevmiyorum. Aralık doğumlu bir insan olarak, kış mevsimi bana her zaman daha cazip geliyor. Hava çok sıcak olunca insanın canı hiçbir şey yapmak istemiyor. Zaten dünyada da sıcak bölgede olup ilerlemiş bir tane ülke yok…


Normalde, benim birçok yönüm dayıma benziyor ama yazlık konusunda babamla aynı düşüncedeyim. Annem, bana kötü bir şey söylemek istediği zaman, “sena artık iyice babana benzemeye başladın” diyerek kızıyor.

Sevgili babam, “çuvalla param olsa yazlık almam” derdi ama bence artık o cümleyi de revize etmek gerekiyor. Çuvalla paraya zaten kimse yazlık vermez artık. “kamyon dolusu param olsa, yine de yazlık almam” şeklinde cümleyi güncellememiz gerekiyor.

Yazlık almamak için babamın öne sürdüğü en büyük argümanlardan biri, senede 1-2 hafta kullanmak için yazlık almanın çok gereksiz olmasıydı. Ben de bu görüşe %100 katılıyorum. O devirlerde cuma akşamı gidip, pazar akşamı dönmenin de çok kolay olmadığını düşündüğümüzde çok da haksız değildi.
Böyle bir yazlık alsak bile birkaç yıl sonra çocuklar oraya gelmez, biz de kukumav kuşu gibi baş başa kalırız görüşü de, ikinci bir geçerli nedendi. Düşünüyorum da, gerçekten de gitmezdik. Ben zaten çok uzun yıllar boyunca Amerika’daydım. Türkiye’ye gideyim de bir yazlık sahibi olayım diye bir kere bile aklımdan geçmemiştir.
Bence yazlıkların en kötü taraflarından biri de, bütün işlerin yine size bakıyor olması. Alışveriş derdi, temizlik derdi, yemek yapma derdi; kısacası bir evi döndürmek için gerekli olan her türlü iş yine sizin üstünüzde olacak. Kardeşim iş yapmaya mı gittim yoksa tatile mi gittim? Dün akşam yazlığından çok yorgun dönen bir dostumun söyledikleri de bütün bu gerçekleri teyit eder nitelikteydi.

Şimdi durum nasıl bilmiyorum ama eskiden bir de sık sık yazlıklara hırsız girerdi. Bizim eş, dost çevremizden yazlığına hırsız girmeyen hiç kimse kalmamıştı. Kış aylarında yapılması gereken bakımı, onarımı, boya, badana işleri filan da cabası.

Yazlıklarda, bir de sevmediğin insanlarla dip dibe olma riski var. Aldın bir yazlık, geldi yan konuta dünyanın en sevimsiz tipleri, buyurun buradan yakın. Atsan atamazsın, satsan satamazsın.
Bu yazlık olayında benim kafamın basmadığı bir başka olay da, yazlığın denize olan mesafesi. Nedendir bilmiyorum ama yazlık deyince, ben her zaman o binanın denizle bir alakası olması gerektiğini düşünüyorum. Küçük tuvaletin penceresinden bile denizi görmeyen yazlığı ben ne yapayım. Deniz görmedikten sonra, otururum İstanbul’daki evimde, balkonumdan karşı binanın çöp kutularını seyrederim en azından.
İster lüks olsun, ister derme çatma. Yazlık dediğin şey denize çok yakın olmalı. İki minibüs değiştirip, bir de belediye otobüsüne binerek ulaşılan kumsal bana gelmez. En fazla 10-15 dakikalık bir yürüyüşle kumsalda olmalıyız.
Bu arada hemen şunu da belirteyim, buralardan kalkıp güneye gidip, gidilen yerde havuza girme durumunu da hiç anlamıyorum. Bazı arkadaşlarım, “deniz uzak ama bizim sitenin havuzu var” diyorlar. Süpermiş… 1,000 km yol git, havuza gir…

Yazlıklara ilgili bir diğer sıkıntı da, her sene aynı yere gitmeye mecbur olmak konusu. Zaten bir iki hafta tatil yapacaksın, onu da her sene aynı yerde geçireceksin.
Yazlığı olan ve bu işten çok keyif alan çok fazla eş, dostumuz var ama ben yazlık sevmeyenler grubundanım. Bütün bir yaz boyunca yazlığının balkonunda mangalını yapıp, içkisini içen dostlarımıza afiyet olsun ama ben almayayım.

Yazlıkları olanlar veya benim gibi olmayanlar, her nerede tatil yapıyorsanız, her şey gönlünüzce olsun. Milletin yaptığını değil, sizi mutlu eden şeyleri yapın…
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

2 yorum: