16 Temmuz 2020 Perşembe

Azerbaycan'ı Çok Seviyoruz...

Günaydın dostlar…

Bilgisayarımda ve telefonumda yıllardır biriktirdiğim resimleri düzenlemek gibi aslında hiç başlanılmaması gereken bir işe kalkıştım. Binlerce resimle uğraşmak tam bir deli işi. “İğneyle kuyu kazmak” tabirine tam da uyan bir durumun içindeyim.
 
Rahmetli babam: “Başlamak bitirmenin yarısıdır” derdi ama ben hiç yolun yarısına gelmiş gibi hissetmiyorum. İki aydır yapıyorum, daha mahalleden çıkamadım. Yay burcu olduğum için; sadece gruplamakla kalmıyorum, bir de altlarına tek tek ne olduklarını yazıyorum. Bulamadıklarımı günlerce araştırıyorum, soruyorum.
Çok sıkıcı bir iş olmakla beraber, bir yandan da çok güzel yanları var. Bir anda eskilere dönüyorsun. Aklın o günlere gidiyor. Şu anda düşündüm de işin yavaş yürümesinin bir nedeni de resimlerdeki anılar. İnsanı oyalıyorlar.

İş için veya gezmek için yaptığım bütün seyahat resimleri tek tek karşıma çıkıyor. Uzun uzun bakıyorum, “Ne güzel dostlar, anılar biriktirmişim” diyorum. Pakistan’dan Suriye’ye kadar her yerde çok güzel vakit geçirmişim. Bugün dahi hepsiyle irtibat halindeyim.

Bütün bu ülkeler çok güzeldi, çok da severdik ama bir ülke vardı ki orada kendimizi evimizin dışındaki evimizde hissederdik. Orası bizim de evimizdi, dostlar kardeşimizdi. Orayı çok sevmemizin nedeni Sulu Tepe’deki bina değildi. Başka bir bağımız vardı.
Lisanımızın çok yakın olmasından tutun; konuşma tarzımıza, espri anlayışımıza, vücut dilimize kadar her şeyimiz aynıydı. Bütün Orta Asya Cumhuriyetleri arasında dili bize en yakın olan Azerbaycan’dı. Hemen hemen hepsi bizim konuştuğumuz Türkçeyi bile gayet pekiştirmiş durumda.

Dizileri bizden iyi takip ediyorlar, gittiğiniz mekânlarda Tarkan’ın, Serdar Ortaç’ın şarkıları çalıyor (Otto’da Duman şarkıları çalıyordu ama o ayrı bir konu), Türkçe kitaplar her yerde, dostluk zirvede; daha ne olsun?
Azerbaycan bizim iş için gittiğimiz bir ülke olmasına rağmen; tamamen işten bağımsız olarak, sadece oradaki dostlarımızı görmek için bir seyahat organize etmiştik. Vardığımızda büyük bir kavuşma, ayrılırken de çok büyük bir burukluk vardı. Kimse beraberlik bitsin istemiyordu. Kahvaltı bittikten sonra havaalanına gitmek üzere yola çıkacağımızı bildiğimiz için, kalkmamaya yönelik çay sayısı arttıkça artıyordu. Bu ziyaretin üzerinden sekiz yıl geçmiş olmasına rağmen halen her ortamda konuşuyoruz.

Hazar Denizi’ne karşı balık yediğimiz yer de çok güzeldi, parkta dondurma yediğimiz yer de. Boşuna dememişler “Mekânlar çok önemli değil” diye. Sevdiğin insanlarla olunca her yer güzel geliyor.
Bizi o kadar güzel ağırladılar, o kadar güzel gezdirdiler ki hepsinin tadı damağımızda kaldı. Misafirperverlik zirvesi vardı. Bakü Havaalanı’na vardığımız andan ayrıldığımız ana kadar her detay düşünülmüştü. Üç gün kuş gibi uçup gitti. Zaten bir şey çok çabuk bitiyorsa anlayın ki çok güzeldir.

Düşünün ki, hiçbir işimiz gücümüz olmadığı halde sadece arkadaşlarımızı, kardeşlerimizi görmek için, cebimizden para harcayarak Bakü’ye gittik. Üstelik görmediğimiz bir yer de değildi. Resimlerden de gördüğünüz gibi sayımız da az değildi. Ayrılık çok zor oldu. Üç gün daha kalma imkânımız olsa hemen kalırdık.
“Azerbaycan bizim komşumuz, dostumuz” diyorlar. Komşularımızı severiz, yakın da oluruz ama Azerbaycan ile komşuluktan öte bir bağımız var. Biz kardeşiz. Kardeşin komşun olabilir ama her komşun kardeşin olamaz.

Efsane bir seyahatti ama bütün dünya bilir ki, bizim dostluğumuz, kardeşliğimiz birkaç günle veya bir seyahatle sınırlı değildir. Bu dünya durdukça bizim kardeşliğimiz de, beraberliğimiz de her zaman baki kalacaktır.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder