30 Temmuz 2015 Perşembe

Sabah Yürüyüşleri...

Haftalardır bin bir bahane ile ara vermiş olduğum sabah yürüyüşlerime Perin’in yaz okuluna başlaması ile birlikte sonunda tekrar başlayabildim. Dışarılara çıkamadığım zaman evde koşu bandında da yürüyorum ama aynı şey olmuyor. Koşu bandının tek iyi tarafı, evde müziği sonuna kadar açıp öyle yürüyüş yapabilme imkânı sağlıyor olması. Tabi ki sokaklarda kulağımda kulaklıklarla da yürüyebilirim ama aynı şey değil.


Belirlenmiş bir güzergâhım var. Kış aylarında genelde sahilde yürümüyorum, buralardayım ama yazın sıcak günlerinde sahil daha cazip oluyor. Haftada en az 20 km yürümek gibi kendi kendime bir hedef koydum. Başka bir hedefim de en fazla 5 gün yürüyüş yapıp 2 gün dinlenmek. 20 km’yi 4 günde doldurursam da yine de 5. günde de bir şeyler yürüyorum. Haftanın son gününe 6 km kalırsa o zaman da 6 km yürüyorum.

Evden çıkınca ilk olarak sağa doğru gidip demiryolu köprüsünün altından geçiyorum. Köprünün altındaki kaldırımın genişliği 13 cm. Benim g.tün genişliği 36 cm; ne olacak şimdi? Olacağı şu, o dışarıda kalan 23 cm’ye günün birinde bir kamyon veya bir minibüs çarpacak. Köprü çok dar olduğu için araçlarda yan yana milim milim geçiyorlar. Yağmur varsa ve köprünün altı da su dolduysa zaten her geçen arabayla yün donuna kadar ıslanıyorsun. Durum ne olursa olsun, köprünün altından süratle geçmekte yarar var.

Köprüyü kazasız belasız geçtikten 50 metre sonra 2 metrelik, %75 eğimli, arabalar bahçeye girebilsin diye son derece kaygan bir malzemeden yapılmış bir rampa çıkıyor karşıma. Hava ıslakken filan buna basarsan en basitinden ayağın burkulur. Zaten baktığın zamanda hiç üzerine basılabilinecek bir zıkkım gibi de durmuyor. Ne yapıyoruz? Tabi ki bu zıkkıma basmamak için yola iniyoruz. Yolda da dikkatli olmak gerekiyor. Köprünün altında kurtardık paçayı şimdi burada teslim etmeyelim.

Bu aşamadan sonra Ayşe Çavuş Caddesi’ne kadar sorunsuz bir yürüyüş ve oradan keskin bir sağ dönüş yaparak caddeye doğru iniş. Caddede Teknosa’nın köşesinden tekrar keskin bir sağ ve köşedeki simitçi amcanın gıcık bakışları arasında tam yol almaya başlamıştım ki arkamdan şöyle bir ses duyuldu “Muhittin neredesin?”, “Allah cezanı vermesin.”. Olay karışıyor, simitçiye mi bakayım yoksa bağıran teyzeye mi? Bu arada soğuk havalarda yürürken benim genelde bir tek gözlerim açık oluyor. Tahmin ediyorum simitçi amca da buna gıcık oluyordur.

İçinden “Allah’ın geri zekâlısı geldi yine dediğini duyar gibi oluyorum.”. Neyse bırakalım amcayı gelelim teyzeme. Teyzem, anlıyorum ki karşıdan bebek arabasıyla sırıtarak gelen kocasına bağırıyor. “Muhittin, çocuğu neden dışarı çıkarttın?” diye bağırıyor ama Muhittin’in umurunda değil. Muhittin sırıtıyor. Teyzem telaşlı, “Muhittin gel çabuk buraya anası, babası duyarsa gebertirler bizi.” diyor. Buradan da şu sonuç çıkıyor, anne baba işe giderken çocuğu anneanneye ve Muhittin’e bırakıyorlar. Bizim geri zekâlı Muhittin’de anneanne görmeden alıyor çocuğu caddede yürüyüşe çıkarıyor. Bir de, “Ne güzel tertemiz, sıcacık hava.” diyor. Çocuğu hasta edecek.
Yola devam ediyorum ve geliyorum Bağdat Döviz’in köşesine. O saatte (saat 10:30) uyuyor olacağını bildiğim halde şöyle bir Bağdat Dövize’e doğru bakıyorum belki şişko oradadır diye ama ne mümkün. Bugüne kadar henüz hiç göremedim. Belki bir gün saati kurar da kalkarsa sabah namazından önce rastlarım.
Barış Büfe’nin köşesinde laubali güvercinlere rastlıyorum. Üzerlerine doğru yürüyünce şöyle bir ters ters bakıp 3-4 adım filan atıyorlar. Bu da benim sinirimi bozuyor ve daha hızlı bir şekilde üzerlerine yürüyorum. İlla uçmaları gerekiyor ya. Güvercinse uçsun kardeşim. Bu seferde “Aaaa sıktın ama” gibilerinden bakıyorlar. Güvercinler orada öyle bir besleniyorlar ki o yüzden kıçlarını kaldıracak halleri bile yok. 3 adım atarken bile kafasını tamamen geriye çevirip bana şöyle bakıyor, “Bak vallahi sen yabancı olmadığın için çekiliyorum önünden, başkası için kıçımı kıpırdatmam.”.

Divan’ın köşesinde Milli Piyangocu “ Bu kadar para adamı delirtir.” diye bağırıyor. İçimden “Aferin sana dikkat çekici bir yaklaşım.” diyorum. 50 metre kadar daha gittikten sonra da kendi kendime “Delirtir vallahi.” diyorum. O anda da nedense Brain Team aklıma geliyor.

Ethem Efendi Caddesine vardığımda, bir sağ dönüş yukarıya bizim sokağa kadar bir yürüyüş ve tekrar bir sağ dönüş yaparak dümdüz eve. Böylece günlük 4.0 km’lik yürüyüşümüz tamamlanmış oluyor.
Soğuk kış günlerinde, bir tek gözlerim açık şekilde asansör beklerken asansörden inip beni karşısında görenler ömürlerinden bir kaç gün kaybediyorlar ama ne yapabilirim.

Şimdi Ankara’ya gidiyorum. Tekrar görüşünceye kadar şimdilik sağlıklı kalın, mutlu kalın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder