6 Şubat 2016 Cumartesi

Ben Olmayınca...

Günaydın dostlar…

“İyiler erken gider,” diye boşuna söylememişler. Bu tezi doğru çıkarmak için sanki acelesi varmış gibi, kocaman kalpli bir adam da bu erken giden iyiler zincirinin kocaman bir halkası oldu.
Ben bu sözün sadece bir atasözü olduğuna inanmıyorum. Tıbbi bir açıklaması olduğunu düşünenlerdenim. İyilik misyonu ile doğmuş olan insanlar, zararlı şeyleri dışarı atıp rahatlayamadıkları için, kendi hayatlarını bitiriyorlar. İçlerinde sakladıkları şeyler, onları bir ömür törpüsü gibi eriterek bitiyor.


Evet, kalbi kocamandı ama bu kadar stres, üzüntü, kârlılık, satışlar, işten çıkarmalar gibi konular ona çok fazla geldi. Fabrika ayarları, insanlar için iyi bir şeyler yapmak için düzenlenmiş olan o kalp, insanları üzecek parametreleri taşıyamadı.

Hepimizi şaşkın ve üzgün bırakıp gitti. Böyle beklenmedik, sırasız, erken kayıplar karşısında; sanki birisi elektrik süpürgesi ile içimdeki havayı çekmiş ve bomboş kalmışım gibi bir şeyler hissediyorum. Bir akşamüstü şaka gibi başlayan bir haber, çok kısa bir süre içinde acı bir gerçeğe dönüştü.

Nedendir bilmiyorum ama yaşlandıkça terkedilişleri daha zor kaldırmaya başladım. Belki her gün görmeye alıştığımız şehit cenazelerinin içimizde yarattığı birikimden, belki de artık eşi, dostu en sık gördüğümüz yerin, cami avluları olmasındadır. Kim bilir belki de artık sıranın yavaş yavaş bizlere de yaklaşıyor olmasının yansıttığı gerçeklerin ufuktaki parlamasındandır.

Ataköy’ün sessiz sessizliğinde en çok telaffuz edilen laf, “Neden artık hep cami avlusunda görüşüyoruz?” sorusuydu. Bizle beraber etrafımızdakiler de yaşlandı da ondan. Ben yarıyı geçtiğimi biliyorum. Sadece ne kadar geçtiğimi bilmiyorum.

İşin bir diğer acı yanı da, artık yüreğimizde kalan yaraların iyileşmiyor olmasıdır. İçimizde bir yerlerde sızlayan yaralar, her kaybettiğimiz dostumuzla beraber tekrardan kıpkırmızı bir ırmak gibi kanamaya başlıyor.
Cami avlusunda son görevimizi yerine getirmek için beklerken, bütün kaybettiklerimiz bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Rahmetli dedemden tutun da, minicik çok güzel bir kıza kadar çok uzun bir film bu. Hayatımızdaki iyilerin birçoğu bizi bıraktılar, gittiler. Onlar artık Hulusi Kentmen ile sohbet ediyorlar.

Son görev ortamlarının en çok kullanılan cümlelerinden biri de, “Görüyorsunuz işte, bu yalan dünyada hiçbir şeyi kendimize çok da dert etmememiz lazım,” cümlesidir. O anki üzüntüyle sık sık tekrarlanan bu cümle, daha merhumun yedisi çıkmadan unutulur gider ve her zamanki koşuşturmamıza geri döneriz.

Bir bakıma da devam etmek zorundayız. Üzüntümüz içimizde baki ama bir yandan da hayatın acı parametreleri kılıçlarını çekmişler, karşımıza dikilmişler bizi bekliyorlar. Gidenler için de, kalanlar için de yaşamamız gerekiyor.

Tabi ki, en yakınlar hiçbir zaman unutmayacak ama her gün hayatımızın bir parçası olan konuların ve insanların birçoğu, artık burada olmadığımızı hiç bilmeyecekler…
Allah, herkese sevdikleriyle beraber uzun ömürler versin.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder