15 Şubat 2015 Pazar

Sabahı Bekleyemedim...

İyi akşamlar dostlar...

Yakın arkadaşlarımın, dostlarımın bildiği gibi, ben yazılarımı her zaman sabahın erken saatlerinde yazarım. Otururum bilgisayarın karşısına ve o saatte aklıma ne gelirse, yazı o yöne doğru gider ama bu akşam bir istisna.

Her ne kadar bu yazıyı yarın sabah sizlerle paylaşacak olsam da, bu akşamki hislerimi kelimelere dökmeden edemedim.
 
Bugün sevgililer günü, Fenerbahçe de 5-0 kazandı ama inanın (kızmayın ama) hiçbir bok umurumda değil. 20 yaşında bir üniversite öğrencisinin güzel yüzü gözümün önünden gitmiyor.
Bu akşam, ne bu vahşetleri olağan hale getiren söylemlerden, ne de toplumdaki Allah'tan korkmaz sapık pisliklerden söz etmek istiyorum. O konularda zaten söylenmeyen kalmadı. Cinsellik konusunda dünyanın en aç topraklarından birinin üzerine yaşadığımızdan da söz etmeyeceğim.

Benim derdim, o sabah kahvaltı etmeden evden çıkan Özgecan ile. Bilseydi anneciği baş başa son kahvaltıları olacağını; bir dilim ekmek, 90 gram peynir yemeden bırakır mıydı kızını? Bırakır mıydı minik meleğini, 2 gram sıcacık bir şeyler içirmeden?

Son vedaları olduğunu bilseydi, öylemi uğurlardı onu kapıdan? Son bir defa daha sarılmaz mıydı kuzusuna?
Özgecan’ın arkasından çamaşırlarını yıkarken, nereden bilebilirdi bir daha onları hiç giyemeyeceğini. Nereden bilecekti, topladığı odaya minicik kızının bir daha hiç gelmeyeceğini. Nasıl bilebilirdi, her yana saçılmış müsvedde kâğıtlarını tek tek toplayıp masaya koyarken, onların bir daha hiç işe yaramayacağını.

Tarsus Kavşağı'nda inen arkadaşı öylemi bırakırdı Özgecan’ını? Bilseydi pislik bir sapığın insanmış gibi bizlerin arasında dolaştığını, tutup indirmez miydi onu minibüsten? Her akşam ayrılırken ki el sallamalarının, bu akşam son olacağını nasıl bilebilirdi?

Bu çocuk ne yaptı başına gelenleri hak etmek için? 20 yaşında melek yüzlü bir çocuk, bugüne kadar her ne yapmış olursa olsun böyle bir şeyi hak etmedi. Kabahati tesadüfen Tarsus Kavşağı'ndan sonra minibüste hiç kimsenin kalmamış olması mıdır?

Bağırdı, çağırdı, elinden gelen her şeyi yaptı ama duyan olmadı. Direndi minik elleriyle. Eve gidip çalışmalarını nasıl yetiştireceğini düşünürken, bir türlü bu işlere doyamayan bir hayvanın saldırısıyla karşılaştı.
Allah var direndi ama çok minikti. Minik kalbi küt küt atmaya başladı. Annesinin, “Özgecan bir şeyler ye de öyle git.” deyişleri yankılandı kulaklarında. O an, anneciğinin yanında olmasını çok istedi. Keşke bir şey olsa da, annem beni buradan çekse kurtarsa diye düşündü.

Artık hiçbir şey hissetmiyordu, annesinin kollarında öyle huzurluydu ki, evet evet annesi sımsıkı sarılmıştı ona. Gelmişti annesi son anda…

İnsan hiç tanımadığı bir insan için gözyaşı döker mi? Döker be Özgecan… Sen bizi bugün mahvettin, insanlığımızdan utandırdın. Seni koruyamadığımız için, hiçbirimiz senin o güzel gözlerine bakamıyoruz…
Biz de bu hayvanların peşinde olmazsak, iki kravat taktılar diye, yırtmalarına müsaade edersek, insanlık namına bize de yuh olsun…

Allah, hepimizin çocuklarını bu Allahtan korkmaz, kanun tanımaz, vicdansız sapıklardan korusun…

Sağlıklı kalın, mutlu kalın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder