15 Ekim 2015 Perşembe

Prim Almayı Hak Ettiniz...

Günaydın dostlar.

Hepimiz iş dünyasında çalışmış veya şu anda çalışmakta olan kişileriz. İş dünyasının gerçeklerini çok iyi bilen insanlar olarak gelin bu sabah bir düşünme oyunu oynayalım.
Şöyle bir senaryo düşünelim. Çalıştığınız iş yeri sizin için sezon başında bir takım hedefler belirliyor. Hedefler zor değil. Normal şartlar altında güle oynaya yerine getirebileceğiniz hedefler fakat tembelliğinizden, rahatlığınızdan, umursamazlığınızdan, hatta biraz da şımarıklığınızdan yılın ilk yarısında bu hedeflerle ilgili olarak bir milim yol alamıyorsunuz.


Amiriniz ve patronunuz sıkıntıya girmeye başlıyor. İşler gecikti ve sene sonuna da yetişmesi zor gözüküyor. Başlıyorlar size söylenmeye ve sizi eleştirmeye. “Aylar geçti bir gram iş yapmadın, ne olacak bu işin sonu?” diye size sorduklarında; siz de “Hallederiz ya dert etmeyin” diye bir cevap veriyorsunuz.

Patron mutsuz, patron endişeli; patron ne yapacağını bilemiyor. Sizi kovup, yerinize yeni birini alsa, yeni gelene tuvaletin yerini gösterene kadar yıl bitecek. Allah kahretsin ki size mahkûm durumda. Etrafındakilere “Ne yapalım gidebileceğimiz yere kadar gideceğiz” gibi cümleler kuruyor.

Herkes endişe ile yaptığınız işte ne kadar yol alabileceğinizi izliyor. Baştan işleri sıkı tutup doğru dürüst çalışsaydınız hiç bunlara gerek kalmayacaktı ama şu anda bunları konuşmak için çok geç.

Lafı uzatmayalım; yılın ikinci yarısında işi bir şekilde şansınızın ve başkalarının da yardımıyla son saniyede bitiriyorsunuz ama insanların da analarından emdikleri süt burunlarından geliyor. Stresten yöneticinizin içmediği ilaç kalmıyor. Zar zor da olsa balınızın da yardımıyla bir şekilde işinizi bitirdiniz ya, şimdi hemen eski şımarık, kendini beğenmiş günlerinize geri dönüyorsunuz ve “Ben başarılarımdan ötürü prim istiyorum” diyorsunuz.

Böyle bir senaryoda eğer şanslı bir insansanız kovulursunuz. Şanslı değilseniz ilk önce dayak yiyip sonra kovulma ihtimaliniz de var. Patron arkanızdan “Bir daha seni bu mahallede görmeyeyim” diye de bağırabilir.
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız senaryonun aynısı bizim milli futbol takımımız için de geçerli. Sürecin detaylarında farklılıklar olabilir ama ana parametreleri aynen bu şekilde. Onlar da müthiş bir prim talep ediyorlar. Senaryonun gerçek hayata uymayan tek yanı, futbolcuların bu primi alacak olması. Yanılmıyorsam 60 milyon Avro gibi bir rakam konuşuluyor.

Gazeteler, “Tarihi Prim” diye başlıklar atmaya başladılar bile. Düşünün ki, bizim takımımız İzlanda’ya karşı iki tane maç yapmış ve 180 dakika boyunca bir tane bile gol pozisyonuna giremeden ikinci maçı kazanmış. Tamam, balına filan bir gol attık ama o da yetmiyor ki. Bir de Kazakistan’ın deplâsmanda Letonya’yı yenmesi gerekiyordu. Hani reklamlarda çocuk “Ballıyız” diyor ya, o da oluyor. Son dakikada Kazakistan’da kazanıyor.

Bizim Avrupa Kupasına gidebilmemiz için 25 ayrı balın arka arkaya gelmesi gerekiyordu ama bir şekilde hepsi arka arkaya geldi. Ekşi Sözlük’te “Fatih Terim Balı” diye yeni bir terim tanımlamamız gerekiyor.

Milli takımız Avrupa Kupası finallerine gitmeye hak kazandı. İyi, güzel ama açıkçası etrafımızda bu kadar üzüntü varken; yüzlerce evde insanlar akrabalarının, çocuklarının kazaklarına, terliklerine sarılmış otururken; milli takım bir maç kazandı diye ben her şey güllük gülistanlıkmış gibi davranamam.
İstersek maçı 99-0 kazanalım ama ne yalan söyleyeyim bana 99 saniyelik bile bir mutluk getirmiyor. Ana üzüntüleri günlük mutluluklarla örtemiyorum.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder