19 Eylül 2014 Cuma

Lady Gaga Semiramis Lüfer...

Ne olmuş tam olarak?

Lady Gaga gelmiş ve sahnede üzerindekileri çıkarmış. Bence değil üzerindekileri, derisini bile çıkarsa bir gram haber değeri olmayan bir davranış. Tersi olsa belki birazcık bir değeri olurdu ama bu haliyle hiç enteresan değil. Yine de bu işi kim organize ettiyse aferin ona. En popüler dönemimde Lady Gaga’yı Türkiye’ye getirmeyi başarmak kolay bir iş değil. İtiraf etmeliyim ki “Born this way” şarkısını bende seviyor ve dinliyorum.
 
Biliyorsunuz genelde bu tip şarkıcılar Türkiye’ye huzur evine girmeden 3-4 yıl önce Roberto Carlos’un Fenerbahçe’ye geldiği gibi geliyorlar. Şarkıcı, futbolcu derken asıl değinmek istediğim konuya geleyim. Gelen her türlü ünlüye Boğaz’da tur attırma konusuna. Ben bilmiyorum ama bu konu Anayasamızda filan bir yerlerde mi yazıyor acaba?
Madde 1313. Gelen her türlü ünlü gelir gelmez şehrin ileri gelenlerinin ve zenginlerinin eşliğinde Boğaz’da tur attırılır. Ünlü istemezse bu turu yapmasının kanuni bir zorunluluk olduğu kendisine uygun bir dille izah edilir.

Herkes ne kadar çok bayılıyor bu tekne turuna. Ne zaman yabancı bir şirketin bir büyüğü gelse, şirketlerde hemen tekne turu organize ederler. Benim de bu tekne turları ile tanışmam CCI’da çalıştığım dönemlerde yurtdışından bir büyüğün gelmesi vesilesi ile olmuştu. Bilmiyorum halen var mı ama Semiramis adlı bir tekne vardı o zamanlar. Tekne güzeldi ama serin bir İstanbul akşamında 4-4,5 kadar süren tur bana bir asır gibi gelmişti.

Denizi ve deniz kıyısında yemek yemeyi çok seven bir insan olarak bu tekne turlarını hiç sevmiyorum. 15 milyonluk şehirde herhalde bu işi sevmeyen tek insan benimdir. Ortam ve karşımdakinin sohbeti güzel olduğu zaman saatlerce bir restoranda oturabilirim ama tekne turunda daha baştan 4 saat süresince o tekneden inemeyeceğimi biliyorum ya, o bana yetiyor. Hemen tadımı kaçırıyor.

Bütün arkadaşlarım bu işe bayılıyor ve bu konu sık sık gündeme geliyor. Balıkçıya gidince zaten 5 saat oturabiliyorsun, buradaki sorun nedir diyorlar. Balıkçıda istediğim an kalkabileceğimi biliyorum. Buradaki sorun tekne geri dönmeden kalkamayacağımı biliyor olmam. Sevsem de, sevmesem de burada 5 saat oturmak zorundayım hissi zaten baştan beni bitiriyor.

Denizi severim, balığı severim, çoban salataya zaten aşığım, hamdolsun rakının da hakkını verebilirim ama tekne turu deyince bütün tadım kaçıyor. Bu teknelerin iyisine, kötüsüne, ucuzuna, pahalısına birçoğuna bindim ama açıkçası hiç biri bana cazip gelmedi.
Bu tekne turlarının çoğunda yemeklerin genelde iyi olmadığı düşünüyorum. Manzarayı sattıkları için yemeği pek umursamıyorlar. Sadece bir seferinde Swiss Otelin teknesinde yemekler çok iyiydi ama onun dışında genelde vasat veya vasatında altında.
Siz sormadan ben söyleyeyim, kapalı yer sıkıntım filan da yok. Benim alerjim tekne turlarına. Doğal olarak durum böyle olunca mavi yolculuk gibi işlerde hiç bana göre değil. 15 gün teknede yaşadığımı düşünemiyorum.

Düşünüyorum da bu tekne ve teknede yaşama işi, bu işi çok sevmekle alakalı bir konu. Gerçekten tekneni çocuğun gibi sevip ilgilenmen gerekiyor. Benim bu konuya hiçbir zaman merakım olmadı. Hiçbir zaman bir tekne almak arzusu içinde olmadım.

Deniz kıyısında veya Boğaz’da yemek yerken görüyorum ki bu teknelerden yüzlerce var. Büyüğü, küçüğü, ucuzu, pahalısı her çeşidi var. Hatta içinde dansöz oynayanları bile var.
Bu teknelerle boğazın serin sularında rakısını yudumlayan arkadaşların neşeleri bol olsun ama ben almayayım.

Bir haftayı daha bitirdik, herkesin Cuma günü ve hafta sonu çok güzel geçsin…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder