13 Kasım 2014 Perşembe

Yazz

Günaydın Dostlar,

Güncel konulardan çok sıkıldım. Bu sabah çok gerilere gitmek istiyorum. Gelin hep beraber 23 Nisan 1996’ya gidelim.  Bu tarih Tatilya’nın açıldığı tarihtir. Sabah sabah Tatilya’da nereden mi çıktı? Hemen cevap veriyorum. Geçen hafta Yılmaz Özdil’in kitabını okurken orada “Tatilya’nın bütün oyuncakları şimdi Erbil’de," diye bir cümle vardı. O cümleyi okuduğum zaman, Tatilya’da ne kadar çok çalıştığımızı ve ne kadar çok eğlendiğimizi düşündüm.

Tatilya tam manasıyla hiçbir türlü tatili olmayan bir deli işi olsa da çok eğlendiğimiz için bu durum hiç kimseye zor gelmiyordu. Canla başla çalışan çok güzel bir ekip oluşmuştu ve bugün dahi birçoğu ile halen görüşüyoruz. Tatilya’nın kısa süren hayatının bir parçası olan bizler, oradaki günlerimizi ve dostluklarımızı hiçbir zaman unutamayız.
 
Bu sabah biraz parkın açılış günlerinden bahsetmek istiyorum. 23 Nisan’da parkın açılması planlanmıştı ve açılışı dönemim cumhurbaşkanı yapacaktı. Bir takım ufak tefek eksiklikleri olsa da başarılı bir açılış oldu ve cumhurbaşkanı parkın içinde yürürken onun beş metre ilerisinde ağaçların arkasında halen son bir defa yerleri süpürmeye çalışan arkadaşlarımızı dün gibi hatırlarım.
Eksiklikler demişken Amerika’dan yeni gelmiş cahil bir insan olarak, “Park daha tam anlamıyla hazır değil.” dediğimde Tatilya’yı kuran şirketin CEO’su bana, “Sevgili Emin, Türkiye’de böyle açılır, sonra eksiklikler tamamlanır.” demişti. Bu cümle benim Anadolu gerçekleriyle ilk yüzleşmem olmuştur.

Uzun lafın kısası çalışanların ve binlerce taşeronun insanüstü gayretleri ile Tatilya, 23 Nisan’da açıldı. Sonra bir iki hafta arası gün vardı ve cumartesi oldu. İlk heyecan, ilk merak bütün İstanbul Tatilya'ya koştu. Kapalı bir park olduğu için doğal olarak Tatilya’nın belli bir kapasitesi vardı. İtfaiye raporuna göre yanlış hatırlamıyorsam en fazla 4 bin 500 kadar müşteri alabiliyorduk içeriye. Bu rakam geçildiği zaman içerdekiler için tehlike oluşmaya başlıyor. Allah korusun acil bir durum olsa insanlar dışarı çıkamaz, birbirini ezer.

Gelin görün ki biz laf anlamayan bir milletizdir. Bütün İstanbul oraya gelmiş ve ille de gireceğiz, diyorlar. Parkın her türlü operasyonundan sorumlu insan olarak da kapıları kapatma yetkisi bende bulunuyor. Oydu, buydu derken içerideki insan sayısı 4 bin 900 civarına yaklaşınca artık bilet satışını durdurduk ve kapıları kapattık.

İçeride var 4 bin 900 kişi, dışarıda var 14 bin 900 kişi. Başladılar gişelere saldırmaya. Bilet satan çocuklar korktu, evlerine gitmek istiyorlar. Radyolar gelmiş canlı yayın yapıyorlar ve içeri girmek için ağlayan çocukları kullanarak vicdan sömürüsünde zirve yapıyorlar.

Bir enteresan konu daha var. Bir grup insan da “Böyle bir yere girmek için nasıl para istersiniz?” kavgası yapıyor. Lunapark kültürüne alışık olduğumuz için temalı park konusu bizi biraz aşmıştı.
Herkes kapıları kapatan caniyi merak ediyordu. Tatilya’nın 105 kişilik bir güvenlikçi kadrosu vardı ama kimseyi kontrol edemiyorlardı. Halk üzerlerine geldikçe beni göstererek “Sizleri içeri almayan o adam, biz masumuz.” diyorlardı. Her dışarı çıktığımda insanlara açıklama yapmaya çalışıyordum ama yüzlerce, binlerce el üzerime saldırıyordu. Parçalamak istediklerini çok net olarak hissedebiliyordum.

Tatilya’nın ortakları korktular ve bana, “Bütün kapıları aç, hepsi girsin yoksa bunlar burada bizi linç edecekler.” filan demeye başladılar… Düşünebiliyor musunuz o kısıtlı alana 15 bin kişiyi daha doldursaydık neler olabileceğini.

E-5 havaalanı kavşağına kadar tıkanmış. Ne Tatilya’nın otoparkında ne de civar arsalarda bir gram park edecek yer kalmamış. İçerisi tıklım tıklım, dışarısı daha da beter. Trafik polisleri sürekli gelip bana baskı yapıyorlardı, “Ağabey on beş yirmi kişi daha girsin de bir hareket olsun.” diye. Biraz vakit geçince tekrar geliyorlardı. On beş yirmi kişi daha alıyorduk ama çıkan da yoktu. En son hatırladığım toplam rakamın 5 bin 400’e kadar ulaşmış olmasıydı.

Cumartesi gününü bu şekilde atlattıktan sonra, aynı senaryo pazar günü bir kere daha yaşandı. Yine içeri girmeye çalışanlar, yine para vermem diyenler, yine kilitlenen yollar, yine Emin’i parçalamak isteyenler.
İlk iki günün kalabalığı bir anda bitti ve pazartesi sabahı kimse gelmedi. Herkes işine, okuluna gitti. Kim gelecek pazartesi günü Tatilya’ya? Kuruluşta bize yardım eden danışmanlar, pazartesi günleri parkın kapalı olmasını önermişlerdi ama biz her şeyi bilen bir millet olduğumuz için onları dinlememiştik. Her gün açık olursa daha çok para gelir zannetsek de pazartesi günü parkta çalışan sayısı kadar bile ziyaretçi gelmedi.

Tatilya’nın neden yaşamadığını başka bir sabaha bırakıyorum ama benim hayatımda hiç unutmayacağım bir deneyimdi. Beş yüze yakın benimle beraber çalışan arkadaşım vardı ve her gün büyük bir zevkle gece yarısına kadar çalışıyorduk.
Tatilya, o dönemde Avrupa’nın en büyük kapalı eğlence parkıydı. Çok da alışık olmadığımız bir sektörde çok yoğun çalışmalar neticesinde o parkı açan ve işleten bütün arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum ve hepinize kucak dolusu sevgiler gönderiyorum. Hepinizi çok seviyorum.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın...

2 yorum:

  1. Her satırı dün gibi aklımda. Neye uğradığımızı şaşırmıştım. Kulağımda bir karayollarının telsizi, bir Tatilya iç haberleşme telsizi. Elimde 2 telefon. Sürekli anonslar sürekli mesaj. Heranı muhteşem bir deneyimdi🤣
    Cumhurbaşkanlığı sekreteryasından kim ne yer ne içer liste almıştım eksiksiz hazırdık. Protokol bizdem "ayran" istedi. Herşey var ama ayran yok! Listeye bakıyorum yazmamışlar, yazmadıkları için almamışız.
    Kulağıma Ayran alın anonsu geldi. En yakın bakkal (o zmn market veya getir/y. sepeti yok) şoförümüz Göğüs Hasan'a (lakabı buydu pek geniş göğüs kafesi vardı) "Ayraaan al gel" diye bağırdım. Kaç dakika sonra geldi bilmiyorum. Hava sıcak, izdiham var, ayrana ulaşmak için dışarı çıktım koşuyorum. Açılış var iyi görünmek için için etek çeket ve topuklu ayakkabı giyinmişim. (günün sonunda ayaklarımı hissetmiyordum bu da ayrı) ayranı almak için koşarken son anda dökülen sıcak asfalta bastığımı ayakkabım içine gömülünce anlamıştım. 😀
    Özetle ayran protokole yetişti ama kimse içmedi.
    Çok şey öğrendim Tatilya da. Daha önce hiç yöneticimle aynı mönüden aynı masada yemek yememiştim. Türkiye de Yemezlerdi onlar üst düzeydi böyle görmüştük. Ancak Emin Bey "hadi Aslıhan, Şule, Pınar yemeğe siz gelmeden ben tek yemem demesi ilk şokumdu.
    23 Nisan açılışa yetişmek için gece 03:00 kadar yazışmaları dökümanları asistanlar tamamlarken, Lütfi Bey in elleri ile bize kahve getirdiğini unutamam.
    Daha ne çok anı var.... Sizi tanıdığıma, Tatilya da çalıştığıma şür ediyorum. İyi ki varsınız.
    Değerli Müdürüm Ayhan Kurtoğlu'nu da saygıyla sevgiylr anıyor tüm sevdiklerine sabır diliyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok çalıştık, çok yorulduk, çok da eğlendik. Muhteşem bir ekiple çok güzel günler geçirdik. Sevgili Ayhan da o ekibin çok önemli bir parçasıydı. Mekanı cennet olsun...

      Sil