9 Haziran 2014 Pazartesi

Bulancak'ta Herkes Herkesi Tanır...

Günaydın dostlar. Bu sabah, sizlerle Kara Denizin şirin kasabası, Bulancak’a gideceğiz.

Dün Bulancak’ta ki sevgili kuzenlerimle ve minik kuzenlerimle yapmış olduğumuz yazışmalar beni 40 sene öncesine Bulancak’a ilk defa ziyarete gittiğimiz günlere götürdü. Şimdiki durum nasıl bilmiyorum ama o zamanlar bu kadar kalabalıkta değildi ve herkes, herkesi tanıyordu.
 
Rahmetli eniştemin ve halamın ısrarlı davetlerine karşın, babamın her zaman yoğun ve seyahatte olmasından dolayı bir türlü Bulancak’a gidememiştik. Eminim, babamın her zaman, her konuda hep benim dediğim olacak tutumunun da bu gecikmede, hatırı sayılır bir katkısı olmuştur.
Sonunda, ben ortaokulda iken, ilk defa Bulancak’a gitmek kısmet oldu ve orada geçirdiğimiz güzel günleri unutmamız mümkün değil. Aradan 40 yıl geçti ama halen her detayını hatırlıyorum. Misafirperverliğin, ağırlamanın, zirvesine çıkan rahmetli Nail Enişte, halam ve kuzenler, bizlere çok güzel günler yaşattılar. Ziyarete gelen akrabalar ancak bu kadar şımartılabilir.

Nail enişte ve ailesi kasabanın eskilerinden ve de hatırı sayılır tüccarlarındandı. Hatta kısaca “çorbacı” diyorlardı. Zengin tüccar anlamına gelen, çorbacı lafını ben de ilk defa orada duydum. Hatta sokaklarda beni de, Nail eniştenin ve sevgili oğlu İhsan’ın yanında dolaşırken gördükleri için bana da, çorbacı diyorlardı.

Çeşitli işletmeler arasında, en önde gelen ve bizimde en çok sevdiğimiz, ekmek fırınıydı. Bizim gibi apartman çocuklarına çok ilginç gelmişti. Fırına gidip ekmek satmayı filan çok seviyordum. Gerçi ben gidene kadar, ekmeklerin %99’u satılmış oluyordu. O zamanlar, insanların alacakları bütün ekmekleri sabahın erken saatlerinde alma durumu vardı. Kim bilir, belki bu günlerde yaşam tarzları değişmiş olabilir.

Fırınla, halamların evinin arası kısa bir mesafeydi. Bir gün eve giderken yoldaki bir bakkala girip bir şey alayım dedim. Unuttum şimdi ama çikolata, gofret filan gibi bir şeydi herhalde. Adam verdi aldığım şeyi ve ben parayı uzattığımda, “Nail ağabeyin yeğeninden para alamam dedi”. Ben sokalar da dolaşıp, kimsenin bizden haberi yok zannederken, meğerse bütün Bulancak bizim kim olduğumuzdan haberdarmış.

O zamanlar, iskelenin yanında, deniz kıyısında çok güzel çay bahçeleri vardı ve akşamları tıklım, tıklım dolu oluyordu. Bizde, enişteye bizi de götürsene diye tutturduk. Hiç adetleri olmadığı halde, rahmetli bizi kıramadı ve cümbür cemaat biz çay bahçesine gittik. Gece boyunca insanlar masaya gelip, “vay Nail Ağabey, siz buraya gelir miydiniz” gibi cümleler kurdular. Biz zavallı Ankara çocukları nereden bilebilirdik ki, akşamları çorbacıların çay bahçesine gitmediklerini.
Bir akşamda sevgili kuzenim dedi sinemaya gidelim. Enişteden izinler alındı ve akşam yemeğinden sonra çıktık yola. Her ne kadar enişteden Tarzan filmine gideceğiz diye izin almışsak da, benim yaşça benden büyük olan kuzenim, “boş ver oğlum Tarzan’ı, biz Aydemir Akbaş filmine gidelim” dedi. Yaşı benden büyük, bende saygımdan bir şey diyemedim.
Bulancak küçük yer, herkes, herkesi tanıyor, ertesi sabah daha biz yataktan kalkmadan bizim hangi filme gittiğimizin bilgisi 500 kere enişteye ulaşmış ama hiç bozuntuya vermedi, bizi de hiç yüzlemedi. Bana, “nasıldı Tarzan” diye bir kere sordu, ben de “süperdi” deyip geçiştirdim. Bizim arkamızdan, kuzene kızmış olabilir ama biz oradayken konu hiç gündeme gelmedi.

Motosikletle bütün gün yollarda gezmemizden tutunda, bisikletle muhteşem güzel kum plajlara gitmemize kadar, Bulancak seyahati bizim için çok güzel anılarla dolu. Eniştemin, kendi fırınlarında hazırlattığı çeşit, çeşit, sini, sini tatlılar, kıymalı pideler ve böreklerde, yemede yanında yat, cinsindendi.

Umarım ilk fırsatta yine oralara gitme şansımız olur. Bize Bulancak’ta inanılmaz günler yaşatan eniştemin de, halamın da, kaybettiğimiz diğer bütün büyüklerimizin de mekanları cennet olsun. Kalbimizde sizler için çok özel bir köşe var…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder