19 Haziran 2014 Perşembe

Has Survivor...

Dün gece maçları seyrederken ve de kanallarla oynarken yine kanalların birinde Survivor vardı. Yanılmıyorsam, final akşamıymış. İnanmayacaksınız ama artık bitiyormuş. Okullar bitti, Survivor halen bitemedi.


Düşünüyorum da, bu oyun %99.9 zengin bir ülkede icat edilmiştir. Muhtemelen de Amerika’da ortaya çıkmıştır. Tam böyle, zenginlikten, rahatlıktan ne yapacağını şaşırmış insanların ortaya çıkarabileceği bir oyun gibi durmuyor mu? “Bir oyun yapalım, insanlar gönüllü olarak gidip orada aç susuz yaşamaya çalışsınlar, bizde, Kardashian’ların evi gibi bunları filme çekip her gün televizyonda yayınlayalım” fikri cazip gelmiştir

Fakir bir Orta Afrika ülkesinden Survivor fikri çıkmaz. Onlar en fazla, eski araba lastiklerini yollarda yuvarlayıp, patlak toplarla futbol oynarlar. Hayat, onlar için zaten her gün Survivor’dır.

Bugün, Survivor’ın hası, Dominik Cumhuriyetinde veya Panama’da değil, bu coğrafyada Irak’ta, Suriye’de yaşanıyor. Başta Türkmen kardeşlerimiz olmak üzere, herkes bir var olma mücadelesi veriyor. Devlet otoritesinin sıfır olduğu, 70 çeşit örgütün cirit attığı topraklarda gerçek bir yaşam savaşı var.
İnsanlar korumasız, gidecekleri bir yer yok, şikayet edebilecekleri bir merci yok. Ne ordu var, ne polis. Yanına bir bavulunu alan, çocuğunun eline en sevdiği oyuncağını tutuşturan kaçıyor. Üstelik de, çoğu nereye kaçtığını bilmeden kaçıyor. Gazeteci soruyor, nereye gidiyorsunuz diye, Erbil’e diyorlar. Erbil’de yakınlarınız mı var deyince, “yok” diye cevap veriyorlar.
Yaklaşan ve de ne yapacağı belli olmayan bir terör örgütünden kaçıyorlar, ölmemek için kaçıyorlar. Allah kimseye vermesin, evini barkını her şeyini bırakıp, bir iki günlük eşyayı bir bavula ve bir çamaşır sepetine koyarak kaçmak ne kadar korkunç bir durum. Döndüğünde, evin yerle bir olmuş da olabilir veya hiç de dönemeyebilirsin.

Ellerdeki, kucaklardaki minik çocukların üzgün, durgun, yaşlı gözleri,, bütün bilmek istediklerinizi size anlatıyor. Annesi iki bebeğini birden almasına müsaade etmediği için, bebeklerinden birini garip bir belirsizliğe bırakmak zorunda kalan minik Ayşe’nin gözyaşlarını kim silecek? Çıktığı bu belirsizlik yolculuğunda, bir elinde sarı saçlı bebeği, diğer elini annesi çekiştirirken, onun aklı, üşümesin diye kendi yatağına yatırıp, üstünü örterek, geride bırakmak zorunda kaldığı siyah saçlı bebeğinde kaldı. Gözyaşları minicik yanaklarından aşağılara süzülürken, içinden kendi kendine söz veriyor minik Ayşe ve “üzülme siyah saçlım benim, bir gün mutlaka geri gelip seni alacağım” diyor.

İnsanlar korkuyor, kaçıyor, 50 derece sıcaklıkta, aç, susuz yollara dökülüyor. Yarını belli olmayan yolda, takım oyunları yok, oylamalar yok, iletişim oyunu hiç yok, hediye yiyeceklerde yok. Belirsizlik var, korku var, ölüm var. Dokunulmazlık da kazanamıyorlar. Gelenler, kim dokunulur, kim dokunulmaz, dinlemiyor. Burası Dominik Adası değil, hayatın ta kendisi.

Ne yazık ki, minik Ayşe’nin Survivor’ı, Acun’un Survivor’ı kadar ilgi çekmiyor. Irak’ta yaşanan insanlık dramına ilgi çekebilmek için, Acun’un, Survivor’ı Irak’tan mı yapması gerekiyor? Yüce rabbim, kimseyi evini, barkını bırakıp, belirsizliklere kaçmaya mecbur etmesin. Böyle bir acıyı ve korkuyu ancak yaşayan bilir, başkalarının tahmin bile edemeyeceği bir hayattır bu.

Kimse evini, son defa toplayıp, yatakları yapıp, bulaşıkları yıkayıp, kapı önündeki ayakkabıları dizip bırakıp gitmek zorunda kalmasın. Son defa sokak kapısını kilitleyip, elindeki anahtarın, bir daha gerekli olup, olmayacağını bilmeden giderken, yatak odasının penceresinden size “beni bırakmayın” gözlerle bakan, siyah saçlı bebekler üzülmesin.
Bundan sonra minik Ayşe’ye bin tane de bebek alsanız, Telafer’in dar sokaklarındaki, minik evdeki, minicik yatağında, üzerinde yemek lekeleri olan, minik pembe battaniye ile üzerini örtüp, bıraktığı, siyah saçlı bebeğini unutabilir mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder