3 Haziran 2014 Salı

Ankara Fabrika Ziyareti

Günaydın dostlar...

Geçen sabah, CCI’daki ilk günümü anlatmıştım, bu sabah da CCI Ankara Fabrikasına ilk ziyaretimden söz etmek istiyorum.

Birçoğunuz bilmez belki ama ben CCI’da ilk olarak Ambarlar Koordinasyon Müdürü olarak işe başlamıştım. O da ne demek diye sormayın, zira ben de bilmiyorum.  İşin doğrusu o zamanlar şirketin ismi de daha CCI değildi, Maksan’dı.
 
O zamanki sevgili yöneticim sevgili Pat Paya dedi ki, "Sen ülkenin dört bir tarafındaki ambarlarımızı bir gez, incele ve bir rapor yaz". Doğal olarak ilk olarak Yenibosna’daki fabrikayı ve Ümraniye’deki depoyu gezdim. Sonra da doğup büyüdüğüm yer olan Ankara’ya gitmeye karar verdim.
Soğuk bir kış günü uçakla akşamdan Ankara’ya gittim ve akşam bizimkilerde kaldım. Ertesi sabah da her zamanki gibi daha sabah namazı okunmadan Ankara Fabrikaya doğru bir taksi ile yola çıktım. Hava soğuk ve Esenboğa yolunda sis var göz gözü görmüyor. Sevgili Pat Paya bana "Orada Ankara Fabrika Operasyon Müdürü Ali Bey var ve senin geleceğinden haberi var" dedi. Ben de giydim yün donumu, bindim taksiye çıktım yola. Fabrikaya Ali Beye gidiyorum.

Taksi yoğun sis nedeniyle fabrikaya doğru döneceği küçük sokağı bile göremiyor, hava o kadar kötü. Neyse bir şekilde döndü ve giriş kapısındaki güvenlikçinin yanına geldik. Dedim, “Ben Emin, Ali Bey için geldim”. Dedi, “Ali Bey yok şu anda burada”. Dedim, “Ben biraz erken geldim”. "O zaman ben sizi ofise alayım, siz orada bekleyin" dedi. Hay Allah razı olsun. Yün don var ama soğukta g…..m donar vallahi, Allah korusun.

Götürdü beni bir açık ofis ortamına oturtturdu. Uzun bir müddet tek başıma bekledim. Daha sonra üretim şefi sevgili Fevzi Bey geldi. Fevzi Bey bana şöyle bir baktı ve geçti yerine oturdu. Sanki ben hep orada otururmuşum gibi adamcağıza normal geldi. Sonra bir kişi daha geldi o da geçti yerine oturdu. Ben halen sığıntı tadında masanın birinin yanında oturuyorum. Hani bir yerde oturursun da senden başka herkes ne yaptığını biliyor da bir tek sen bilmiyorsun gibi bir his gelir ya insana. İşte o histen ben de epeyce var o sabah. 3. olarak sevgili Fulya Hanım geldi. Bu arada da ilk gelen iki kişi, çıktı üretime filan bir yerlere gitti.  O da geçti masasına oturdu ve 3 dakika sonra çay almaya gitti. Elinde bütün çay makinasını boşaltacak kadar büyük bir çay kabı vardı. Gitti aldı geldi. Ben de dedim ki nereden aldıysanız çayı, ben de alayım, (malum burada böyle şey çocuğu gibi kaldım da) dedi ki, "Ben çayımı evden getirdim". "Haaa çok iyi" dedim. (yalancı, bir yerden aldığını gözlerimle gördüm).
Fulya Hanım, meraklı ya, daha sonra döndü bana “Sen kime geldin?” dedi. Soruda bir de “Hem kime geldiğin belli değil hem de çay içmeye kalkıyorsun”  gibi kızgın da bir ton vardı. Ben de “Ali Beye gelmiştim ama” diyebildim. “Ali Bey İstanbul’da” dedi. Neredeyse dövecek.
"Aha sıçtık" dedim. Ali Bey de yok, bu ofistekiler doğrar beni vallahi. Tam ne halt edeceğim ulan ben diye düşünürken, ambarlardan sorumlu şef sevgili Teoman geldi. “Ali Bey İstanbul’a gitti, sizin geleceğinizi söyledi, siz gelin benle” dedi. Allah gönderdi. Yürürken, Teoman’a “İçerideki kadın bir yerlerden çay aldı ama bana vermiyor” dedim. “Ağabey kilitlidir onların çayı da, bardakları da, her şeyleri de” dedi. “Ben sana ambarda çay veririm sorun değil” dedi.

Sevgili Teoman’la güzel bir gün geçirip akşam İstanbul’a döndüm. Sık sık çay da içtik, kahve de içtik. Açık ofisin ortasında, küçük Emrah gibi, tek başınıza kaldığınız aç, susuz anlarda bile unutmayın ki, her an bir Teoman gelip sizi kurtarabilir.

Hiçbir zaman umudu kaybetmek yok…

Sağlıklı kalın, mutlu kalın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder