7 Aralık 2014 Pazar

Amcama Mektup ...


Sevgili Aziz amca, ne habersin?
Ben çok iyi değilim bu aralar.  Zaten etrafımızda bir sürü sıkıntı varken, bir de üzerine tuttuğum takım beni deli ediyor. Ligin 12. Haftasına geldik daha bir tane doğru dürüst maç oynamadılar.
Malum, bizim takım Anadolu yakasında olanı. Dün akşam yine maçları vardı ve yine bir tane bile gol pozisyonuna giremediler. Sen maçı kazandıklarına bakma, yine korkunç kötüydüler. Gol pozisyonuna girmeden maç kazandılar. Aziz amca, bir takım düşün ki, şampiyonluğa oynuyor ve lig sonuncusuna karşı oynadığı maçta bir tane bile gol pozisyonu yok. Oynadığın takım ligin en çok gol yiyen takımı ve sen bu takıma karşı kaleye şut çekecek bir pozisyona dahi giremiyorsun…


Gerçi kimle oynadıkları da çok fark etmiyor. Salı akşamı (biz kupayı önemsemiyoruz diye bir karar aldıkları için) kupa maçına gençlerden ve yedeklerden oluşan bir kadro ile çıktılar. Tahmin et ne oldu? O takım da bir tane bile gol pozisyonuna giremedi. Anlayacağın, A takımı, B takımı, C takımı hiç fark etmiyor. Hiçbiri gol atamıyor.

Aziz amca, takım dökülüyor. Zar zor aldığımız maçları da ayakta kalmayı başarabilen 3-4 oyuncunun çabasıyla alıyoruz. Bizim oyuncuların yıldızlıkları kâğıt üzerinden öteye gidemiyor. Sana biraz oyunculardan da söz etmek istiyorum ama hangi birinden başlayayım bilemiyorum.

Kaleci Volkan’dan başlayalım o zaman. Hani Volkan’ın zaman zaman gelen topu seyretme hastalığı vardır ya, bu sene o hastalık çok sık olmaya başladı. Topu, vurulduğu andan, ağlarla kucaklaştığı ana kadar seyrediyor. Allah'tan ki agresif tavırlarından bir şey kaybetmedi. O açıdan maşallahı var.
Geçen sene bu takımın başarısının en büyük nedenlerinden biri neydi? Sürekli ileri çıkan bekler. Aziz amca, bu sene o beklerden eser yok. Caner, sürekli bir şeylere kızgın ama bence neye kızgın olduğunu kendi de bilmiyor. Adeta çatacak yer arıyor. İsmail Kartal, 2-3 maçta, kırmızı kart görecek korkusuyla onu maçtan almak zorunda kaldı. Rıdvan Dilmen’in bir lafı var, “Top oynayamayınca futbolcu agresifleşir, faul yapar, hakemle didişir.” der. Acaba Caner’de de böyle bir durum mu var.
Gökhan mı? Eski Gökhan’dan eser yok. En son ne zaman ileriye çıkıp orta yaptı bilen yok. Defansı hiçbir zaman çok harika değildi ama hücum yönü iyi olan bir futbolcuydu. Hepsi bitti. Bu sene, birileri rica etmiş de onun için oynuyormuş gibi oynuyor.

Aslında Emre hakkında bir şey yazmak istemiyorum ama yine de 2 satır yazmadan edemeyeceğim. Emre, için 3 ihtimal var. Ya sakattır oynamaz, ya kırmızı kart görür, ya da oyunun ikince devresinde oyundan çıkar. En son ne zaman 90 dakika oynadığını hatırlayan yok. Hele gençler hiç bilmiyor. Benim görüşüm, takıma yarardan çok zarar veriyor. Oyun hırsı ile, agresif hareketleri bir birine karıştırmamak lazım. Ne zaman Emre’yi maçta görsem, “Kontrolsüz güç, güç değildir.” lafı aklıma geliyor. Etrafta Fenerbahçe nefreti oluşmasına katkı verenler listesinde ikinci sırada yer alıyor.

Bir de büyük çaba gösteren, gösteremediği zamanda sanki gösteriyormuş gibi yapmayı çok iyi bilen Kuyt’ımız var. Sempatik tavırları ve çabaları ile bizi kandırıyor. Aslında inan bir şey oynadığı yok. Bu sezon 12 maç oynadık, daha 12 gram yararını göremedik. Bu tipler, (Kuyt gibi, Roberto Carlos gibi tipler) kendilerini satmayı ve oynuyormuş gibi görünmenin inceliklerini iyi biliyorlar ve başarıyla uyguluyorlar.

Malum bir de Webo’muz var. Oyuna sonradan girince kurtarmadığı maç kalmıyor ama hata yapıp ilk 11’de başlatmayacaksın. Maçın tamamını oynamak bu arkadaşa uğursuz geliyor.

Sow ve Emenike’mi dedin? Onlar bırak futbol oynamayı nerede olduklarının bile farkında değiller. İkisinin de suratından mutsuzluk akıyor. Mutsuz ve isteksiz tavırları, benim bile yaşama sevincimi öldürüyor. Yarım metreden topu içeri atamıyorlar.

Transferin yıldızı ve tek transfer ettiğimiz oyuncu olan Diego, Anadolu havasına uyum sağlayamadı. Bu ülkede oynanan sert futbol ve rakiplerin sürekli formasından çekmesi küçük beyi etkiliyormuş. Bir tane oyuncu aldık, o da ayakta duramıyor. Bu arada hemen belirteyim, geldiğinden beri bir tane maç oynadı, onda da sakatlandı.
Geçen sene büyük umutlarla transfer ettiğimiz Alper de Diego’nun ikiz kardeşi gibi. Üflesen yere düşüyor. Bu çocuklara biraz ağırlık çalıştırmak gerekiyor. Çok çelimsizler. Aslında bunlar gibi bir tane daha vardı da, İtalya gezisine yollayarak şimdilik ondan kurtuldular.

Kibirli başkanın, “Her şeyin iyisini ben bilirim, bu takımın teknik adama bile ihtiyacı yok.” diyerek başa getirdiği İsmail hocayı da unutmamak lazım. Yüzündeki korku ifadesi, takımın yarısının her an kırmızı kart görecek futbolculardan kurulu olmasından mıdır yoksa kimsenin onu takmamasından mıdır bilinmez ama bu seviye de hiçbir tecrübesi olmadığı kesin. Çok iyi ikinci adam veya üçüncü adam olanlar, çok iyi birinci adam olacaklar diye bir kaide yok. Birçoğu da olamıyor.
Aziz amca, başkanımızdan hiç bahsetmeyeceğim. O konuya girersem bu yazı pazartesi sabahına kadar bitmez. Tek belirtmek istediğim konu, onun da her başkan gibi kibir katsayısının tavan yaptığıdır.

Özetleyecek olursak, taraftar mutsuz, takım mutsuz, herkes mutsuz. Maçlara giden sayısı inanılmaz derecede azaldı. Millet büyük paralar ödeyerek kör döğüşü seyretmekten usandı. Giriş kartı uygulaması, işsizlik, hepsi tamam ama millet şımarık futbolculardan, kibirli başkanlardan ve en önemlisi kötü ve isteksiz futboldan bıktı.
Averaj futbolculara veya modası geçmiş yabancılara ödenen astronomik rakamlar, takımları borca sokmaktan başka bir işe yaramıyor. Bütün kulüpler büyük borç altında.

Sevgili Aziz amca, bu konular yazmakla bitmez, sabah sabah başını ağrıttım ama herkes gibi bu konuda ben de çok mutsuzum. Hiç umudum yok ama belki birileri çıkar ve bu konuya bir çare bulur. Önlem alınmazsa çok yakında sokakta gazoz kapağı oynayan çocukları seyredeceğiz.
Saygılarımla yeğenin Emin…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder