26 Nisan 2014 Cumartesi

Downtown Burdur'da İlk Gün

Günaydın Dostlar,

Bana ulaşan belgede “1 2 veya 3 Temmuz tarihlerinde Burdur’daki, 58, Topçu Tugayına teslim olunuz.” gibi bir şey yazıyordu. Şimdi çağırmışlar, gitmemek olmaz dedik ve haziran sonunda iş yerinden de iki buçuk aylık bedelsiz izin alarak düştük Ankara yollarına. Ayrıca da bedava değil, dünya kadar para verdik.

Amerika’da yaşarken bedelli askerlik için müracaat etmiştim, sağ olsunlar onlar da bu tarihleri uygun görmüşlerdi. Yaş olmuş 31, neredeyse yolun yarısı. Okul, yüksek lisans filan derken ancak askere gidebilecek duruma gelebilmişiz.

İşi bilenler demişlerdi ki “1 Temmuz’da gidin, teslim olun yoksa pişman olursunuz.” Bunun nedenini sonra anladık. Herkes girdiği günden altmış gün sonra çıkıyor, o yüzden de bir gün sonra giren bir gün sonra çıkıyor. Biz ilk gün girenler çıkarken (tugayın %95’i) ertesi gün ve daha sonraki gün çıkacak olanlar inanılmaz bir moral çöküntüsü içindeydiler. Hepsi dokunsan ağlayacak durumdaydı. Bir de kalanlara çıkacakları ana kadar aralıksız boşalan koğuşları temizletmişler, o da üzerine herhalde tuz, biber olmuştur.
Sabahın çok erken saatlerinde Ankara’dan düştük yola ve saat 9:00 gibi Burdur’a vardık. Ankara’da saçımı kestirmiştim ama Burdur’da bir kademe daha kestirmek şarttı. Bu da bizden önce gidenlerin tavsiyesiydi. Burdur berber dükkanı dolu ama hepsinde bir kuyruk bir kuyruk. Allahtan iş iki dakikada bitiyor da kuyrukta beklemek çok uzun sürmedi. Berber alıyor eline makineyi ve koyundan yün çıkartır gibi bir saniyede kesiveriyor. Fiyatlar da beş yıldızlı otel kuaför fiyatı seviyesindeydi.

Saçlar da kesildikten sonra kendimi bir garip, bir havadar hissetmeye başladım. Sanki içime don giymeyi unutmuşum gibi garip bir his vardı. Artık hazırım, tugayın kapısına gidebilirim ama o da ne? Kapıya gitmeye pek gerek yok, çünkü içeri girme kuyruğunun ucu neredeyse berberin içine girmiş. Attım iki adım, girdim kuyruğa. Hava çok sıcak, dışarısı yanıyor ve binlerce insan kuyrukta bekliyor. Yeni havalı saç modelimle kuyruktayım ama burası Burdur'mu, Kreuzberg’mi belli değil. Herkes Almanca konuşuyor.

Çocukların çoğu kalabalık bir arkadaş grubuyla gelmiş.  Bütün mahalle, bütün köy, bütün kasaba şeklinde gelmişler. Armut gibi tek başına gelen bir tek ben varım. Aramızda da hepsiyle averaj en az on yaş fark var gibi duruyor. Kendi kendime "İşin şekli belli oldu, bu altmış günü çocuk yuvasında geçireceğiz." dedim. Aslında çok da yanlış düşünmemişim, daha sonraki günlerde beni manga başı yaptıklarında mangadaki yirmi iki çocuğun peşinde koştum durdum.

Sabah saat 10.30 gibi kuyruğa girmiştim, saat akşamın 17.30’u oldu ve halen kuyruktayım ama az kaldı. Gün boyunca da seyyar satıcıların biri gidip biri geliyor. “Bak ağabey bu lazım, içeride bulamazsın.” diyerek elli tane şey satmaya çalışıyorlar. Kuyruktakilerin de dolduruşları ile "asker defteri" denen küçük bir defter aldığımı hatırlıyorum. Mangadakilerin bilgilerini yazmak ve not tutmak için işe de yaramıştı.

Daha önce gidenlerden aldığımız bir tavsiyede “Oğlum giderken tuvalet kağıdı götürün.” tavsiyesiydi ama nizamiyede yapılan aramada tuvalet kağıtlarının hepsini aldılar. Bana dönüp bir de “Sen mühendis misin?” dedi. "Niye sordunuz?" dediğimde "Mühendisler tuvalet kağıtsız gelmiyor da." şeklinde bir cevap verdi. Millet tedbirli, istisnasız herkesin çantasında vardı ama kimse içeri sokamadı.
Saat 21,00 gibi kuyruğa girdikten on bir saat sonra içeri girebildim. Hani düşündüğünüz zaman çok da sorun olacak bir durum değil. Nasıl olsa altmış gün buradayız. İşin garip tarafı girdikten sonra "Şuraya git, buraya git." diyen de olmadı. İçeri girenler de her yöne doğru gidiyorlardı. Hani herkes bir tarafa doğru gitse ben de takılıp kıçlarına gideceğim ama öyle bir durum da yok. Tam etrafa bakınırken uzun dönem askerlerden bir tanesi yanıma geldi ve "Emin Evrankaya sen misin?" dedi. Bir yol bulma umuduyla "Benim kardeşim." diye cevap verdim.

Asker Giresunlu, hemşerim olduğu için beni karşılamaya ve ilk gece yol, iz göstermeye yollanmış. Aslında süper bir düşünce ama küçük bir sorun var zira ben Giresun ile ilgili pek bir şey bilmiyorum. İlk önce kayıt yaptıracağız, sonra da beraber yemek yiyeceğiz dedi.

Akşam 23.00’de "Kayıt da tamam, artık yemek yiyelim," dedi. Sağ olsun çocuk da kayıt işlemi sırasında filan hep benimle bekledi. Kuyrukta Giresun sohbeti yapmak istiyor ama ben de iş yok. Uzun bir yürüyüşten sonra kafeteryaya vardık ama orada da kuyruk var. "Sen en iyisi beni yatacağım yere götür, ben zaten kendimi aç filanda hissetmiyorum." dedim.

"Bu akşam herkes bir yerlerde yatacak sonraki günlerde size kalacağınız koğuşları bildirecekler." şeklinde bir açıklama yaptı. Dedim hiç sorun değil. Girdik Uçak Savar Taburunun koğuşuna. Boş yataklar vardı ve benim Giresunlu asker de "Sen burada yat." dedi. Saat 24.00’e geliyor ve içerinin yarısı uyuyor, yarısı ayakta. On sekiz aylık askerler rütbece senden üstün ve bizim gibi iki aylıklarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynamayı seviyorlar.
Kalktı bir tane 18 aylık “sakın yatma ulan oraya ben senin komutanınım” dedi… Bizim hemşeri “yat oğlum yat, kafa buluyor senle” dedi ama öbürü öyle bir bastırıyor ki insan da bilemiyor ne yapacağını. Israrla “sakın yatma gebertirim” diyor. Sonra bir müddette “sakın yatma orası baş çavuşun yeri öldürür seni vallahi” muhabbeti devam etti…

Sonunda eğlenceleri bitti ve yatabildik. Saat olmuş 1:00, öylece üstümle yatağın üstüne yattım. Tam biraz gözüm dalıyormuş bir tanesi geldi uyandırdı. Dedi saat 2:00 oldu. Saati de sormamıştım ama yine de gelip bildirdi diye düşünürken, “kalk koğuş nöbeti tutacaksın” diye söylendi.
Kalktık nöbeti de tuttuk ve Burdur’da ki anılarla, arkadaşlıklarla, dolu 60 günün ilk günü böylece bitmiş oldu.. Duyduğuma göre artık Burdur’da ki birlik de piyade birliği olmuş. 58. Topçu Tugayı da bizler gibi anılarda kalmış.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder