9 Nisan 2014 Çarşamba

Eminönü'ne Vapurla Gidilir

Günaydın Dostlar,

Bizim çocukluğumuzda, Beylerbeyi’nde yaşayanlar için vapur çok önemli bir ulaşım aracıydı.  Hele ki Eminönü, Sirkeci, Beyoğlu tarafına gidecekseniz muhakkak vapurla gidilirdi. Beylerbeyi'nde yaşayan herkes vapur saatlerini çok iyi bilirdi. Sabahları vapur saati yaklaştığında yokuşlardan aşağıya doğru şehir koşusu başlardı…


Kimse, “Kadıköy’e gideyim oradan da vapura bineyim.” demezdi. Kadıköy seçeneği zahmetli ve pahalı bir çözümdü. Ucuz olanı Beylerbeyi’nden doğrudan vapura binip karşıya geçmekti. Sadece Kabataş, Beşiktaş tarafı için Üsküdar’a gidilir; oradan arabalı vapuru ile karşıya geçilirdi.

Eve geri dönüş de yine her akşam vapurla yapılırdı. Her gün bu şekilde işe gidip gelen yüzlerce insan vardı. Mahallenin gençleri vapur iskelesinin yanındaki kahvelerde otururlar ve vapurdan inen tanımadıkları bir insan görürlerse hemen sorgu sual ederlerdi. Tabii o zamanlar birçok vapur seferi vardı, şimdiki gibi günde iki tane değildi. Boğaziçi Köprüsü’nün de olmadığı zamanlar olduğu için vapurlar çok kıymetliydi.


Bizim rahmetli dede de vapura binmeyi çok severdi. Yazın biz gittiğimizde de bizi de muhakkak üç beş kere vapura bindirirlerdi. Beyoğlu’na, şuraya, buraya giderdik. Birkaç defa da Eyüp Sultan’a gitmiştik. Biz adam olalım diye gidip adak adıyorlardı herhalde. Eyüp Sultan’da oyuncak davullar satılırdı ve bir seferinde bir davul da bana almışlardı. Davulu boynuma takmış güm güm çalarken kendi kendime “Ulan ne havalı oldum.” diye düşünmüştüm. Beylerbeyi’nde eve varana kadar aralıksız çaldığımı hatırlıyorum. Millet ne küfür etmiştir ve davulla ilgili kim bilir içlerinden ne yorumlar yapmışlardır.

Beyoğlu’na bir gidiş nedenimiz de rahmetli anneannenin kolonyalarının bir tek Beyoğlu’nun arka sokaklarında bin yaşında bir amca tarafından satılıyor olmasıydı. Nedense ben o amcanın dükkânını hiç sevmezdim. Evden şişe götürülüp kolonya onun içine doldurtulurdu. Şimdi düşünüyorum da kim bilir ne zararlı bir kimyasal dolduruyordu şişenin içine.

Beylerbeyi’nden Beyoğlu’na gitmek bir günlük bir işti. Sabah vapuruyla gider, akşam vapuruyla da dönerdik. Günümüzde de çok bir şey değişmemiş, yine bir günlük bir iş. Öğlen yemeği İstiklal Caddesi’nin en meşhur döner sandviççisinde yenirdi. Kalabalık bir yerdi ve ilk önce kasadan fiş almak gerekiyordu. Dede, fişleri alana kadar kan ter içinde kalırdı. Sandviçler de ayakta yenilirdi. Oturacak yer bulabilmek için Fatih Terim’den bile daha ballı olmak lazımdı.


Bir gün yine kolonyalar alındı, sandviçler yenildi ve vapur saati yaklaştığında dedenin aceleciliği yüzünden biz yarım saat önceden iskelede hazırdık. Dedenin bir arzusu da her zaman cam kenarına oturmaktı. O yüzden erkenden kapının önünde hazır olur, stres içinde kapının açılmasını bekler, kapı açılır açılmaz da koşar, üst katta cam kenarında yerini kapardı. Bu sefer de aynısı oldu ve dede cam kenarında yerini kaptı. Biz de anneanne ve çocuklar olarak daha sonra gelip yanına oturduk. Anneanne vapur tutmasın diye her zamanki gibi nane şekerlerini ağzına atmayı da unutmadı.

Vapur kalktıktan üç beş dakika sonra dedenin karşısında cam kenarında oturan yaşlı amca (en az dede kadar var) “Benim şapkam nerede?” demeye başladı. Oraya buraya bakıldı; şapka yok. Dedeye “Siz bir kalkın.” filan derken şapka dedenin altından çıktı. Çıktı çıkmasına da şapka olmuş bir pide. Yaşlı amca şoka girdi. Dede, cam kenarı yakalamanın telaşıyla şapkayı filan görmemiş; langırt diye oturmuş. Amcanın şapkasının karşı koltukta ne işi var, o da ayrı konu.

Amca elinde pidesi başladı söylenmeye. “Bilerek oturdun şapkamım üzerine.” diye söyleniyor. Dede, “Ne bilerek oturacağım, görmedim.” diyor ama adam laf anlamıyor. Genç yaşlı, herkes vapurda gülmekten yerlere yatıyor. Amca üç söyleniyor, dede bir karşılık veriyor ama adamın susacağı yok. En sonunda dede sinirlendi, kalktı ayağa, aldı adamın şapkasını elinden ve cama doğru bir frizbi gibi tutarak “Bana bak pezevenk bir laf daha edersen atarım şapkanı suya.” diye adama bağırdı. Ayakta zor duran millet gülmekten attı kendini yerlere. Ben de “Dede atma.” dediğimi hatırlıyorum.

Neyse sonunda Beylerbeyi’ne varıldı ve vapurdan inildi de bu olay da bitti. Dede bütün geceyi sinirli geçirdi ve bu olay da “pezevengin şapkası” olarak tarihteki yerini aldı.

Dedemizin de şapkası ezilen amcanın da mekânı cennet olsun. 

Emin’in notu, siz siz olun; toplu taşıma araçlarında eşyalarınızı yanınızda tutun. Sonra ne ile karşılaşacağınız belli olmaz.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…  


1 yorum:

  1. Günaydın Dostlar,
    Yazılarımı Twitter'da AykutEvrankaya sayfasında, Facebook'ta Sabah Sabah Evrankaya sayfasında, LinkedIn'de Emin Evrankaya sayfasında takip edebilirsiniz.
    Sağlıklı kalın, mutlu kalın...

    YanıtlaSil