16 Nisan 2014 Çarşamba

Küçüksu Plajı

Günaydın Dostlar,

Ankara’da büyüyen ve deniz havasına hasret olan çocuklar olarak çocukken yaz tatilinin büyük bir kısmını Beylerbeyi’nde dedemlerin evinde geçirmeyi çok severdik. Kocaman bahçesi her türlü oyun için uygundu. Çamurdan köfteler yapmaktan tutun da ağaçlara tırmanmaya kadar her şeyi yapabilirdiniz.

Bahçede hiç sıkılmamamıza rağmen (şimdiki çocuklar olsa kafayı yer) en sevdiğimiz şeylerden biri de dayımla ve arkadaşlarıyla beraber plaja gitmekti. Caddebostan Plajı’na gitmeyi çok sevsek de nedense oraya çok fazla gitmezdik. Bilmiyorum, belki de uzak ve pahalı diye gidemezdik. O günlerde Beylerbeyi’nden Caddebostan’a gitmek çok kolay bir iş değildi. Aslında düşünüyorum da bugün de hiç kolay bir iş değil, demek ki hiçbir şey değişmemiş.



Caddebostan birinci tercih olmasına rağmen daha yakın olduğu için dayım bizi zaman zaman da Küçüksu Plajı’na götürürdü. Plaj dediğime bakmayın; vapur iskelesinin yanında gayet koyu, gayet derin, gayet sıkıntılı bir yerden söz ediyoruz. Betondan suya doğru inen bir merdiven olsa da merdivenden inerek denize girmek çok akıllı bir iş değildi. Bu kadar soğuk bir suya ancak atlayarak girilir. Plaj'ın yanında da tezat yaratırcasına Küçüksu Kasrı var.

İtiraf etmeliyim ki taşın bittiği yerde minicik kumsal gibi bir şey de vardı. Bir zamanlar kumsalmış veya birileri getirip üç kamyon kum dökmüş. Kumsal benzeri yerden denize girmek cesaret işiydi. En başta su çok soğuktu ve yavaş yavaş yürüyerek girmeye hiç uygun değildi, ikincisi de dibinde ne ararsanız vardı. Suyun dibinde taşlar, teneke parçaları, cam kırıkları ve aklınıza gelebilecek her türlü çöp saklambaç oynuyordu. Kumsal tarafı o kadar kötüydü ki yüzme bilmememize rağmen diğer taraftan kendimizi derin sulara atmayı tercih ederdik.

Hızla koşarak suya atlar, sonra da hep bir ağızdan “Kamil ağabey tut beni.” diye bağırmaya başlardık. Sağ olsun o da bizi çok severdi. Gün boyunca elinde, kolunda, omzunda birer çocukla derin suda boğuşur dururdu. Diyeceksiniz ki “Dayın nerede, o neden tutmuyordu sizi?” Çok basit. Dayım çocukların böyle tepesinde, elinde, kolunda dolaşmasını çok sevmez. İkincisi de Kamil ağabey derin denizde bizlerle uğraşırken dayım da kumsalda kızlarla sohbet ediyor olurdu.

Hangi plaja gitsek bu kızlar hep vardı. Waikiki Plajı’na da gitsek eminim orada da karşımıza çıkarlardı. Ben plaj yollarında bu kızlarla arabanın arkasında oturmaktan çok rahatsızdım. Kısa pantolonlu, tombul, sevimsiz hallerim kızlara çok çekici geliyordu herhalde diye düşünüyorum. Bana saldırıp sağımı solumu sıkıştırıyorlardı. Ben de ilk fırsatta dayımı anneme şikâyet ediyordum. “Anne kızlar beni sıkıştırdı.” diyordum, annem de “Tamam oğlum, ben kızarım onlara bir daha yapmazlar.” diyordu ama kızlar ilk gördükleri yerde yine yapıyorlardı. Bu kızlar yüzünden kısa pantolondan soğudum.

Kimdi bu kızlar? Bizle gelmediklerine göre oraya nasıl ulaşıyorlardı? Neden her dakika bizleydiler? Tesadüfen mi hep aynı yerlere gidiyorduk? Cep telefonu olmadığını da düşünürsek iletişim nasıl kuruluyordu? Bugün bile bu soruların cevabını bilmiyorum. Üç saat plajda kalıyorduk, kızları evlerine dağıtmak dört saat sürüyordu. Bir de “Oradan geçme babam görür.”, “Buradan dönme ağabeyim görür.” muhabbeti olduğu için yol bitmek bilmiyordu. Ben, o zamanlar bu kızların Yeşilay tarafından bizimkiler içki sigara içmesin diye gönderildiğini düşünürdüm. Muhtemelen de öyledir.

Akşama doğru artık plaj işi yavaş yavaş bitmeye başladığında bizim kızlar Aynur’un (ablam) saçını örmek için kuyruğa girerlerdi. Yeşilay’da kuaförlük kursu alıyorlardı herhalde. Aynur da şımarık şımarık önlerine oturup saçlarını ördürtürdü. Bütün bunlar yaşanırken Ayşın neredeydi? O daha çok küçük olduğu için gelemiyordu. Kızlar gibi her zaman bizimle olan bir diğer isim de Kamil ağabeyin yeğeni Can’dı. Can’ı da çok severdik.

Her ne kadar çok sevmesek de plajdan başka her şeye benzese de Küçüksu’da da güzel vakit geçirirdik. Küçüksu’ya en son gittiğimizde el ele koşarak denize atlarken diğer çocukların son anda atlamaktan vazgeçmesi üzerine bütün yan tarafımı boydan boya betona sürtmüştüm. Atlamaktan vazgeçtiyseniz en azından elimi bırakın. Denizden çıktığımda o bölümde çok da fazla deri kalmadığını görüp plaj doktoruna gitmiştik. Doktor da tuttu, bütün o bölgeye tentürdiyot sürdü. Biraz yakmıştı diye hatırlıyorum.

Bütün gün arabada, orada, burada beni sıkıştıran kızlar da hiç ilgilenmemişlerdi. Doktora gelmeye teşebbüs bile etmediler. Dayımla beraber gittiğimizi hatırlıyorum. Ne demişler? Bu dünyada düşmeye gör kardeşim.

“El ele koşarak suya atlama” fikri sadece plajlara özgü bir durum değildir. İş yerlerinde de sık sık “el ele” konuları gündeme gelir. “Hadi hep beraber el ele gidip amirimize (veya amirimizin amirine) bir şeyleri veya birilerini şikâyet edelim.” diye toplanan gruptan zaman içinde kimse kalmaz. Bahaneler arka arkaya gelir. Bütün acil durumlar o günü bulur ve tek başına atlamak zorunda kalırsın. Atladığın yer de Boğaz’ın serin suları olmaz. Kendini kaynayan bir kazanın içinde buluverirsin. Bizim çocuklar elimi bırakmamıştı, o ortamda böyle bir sorun olmaz. Herkes, memnuniyetle elini bırakıp senin süratle kazanın içine doğru koşmanı izlemeye başlar.

Emin’in tavsiyesi: Hiçbir grupla ortak şikâyet eylemlerinin bir parçası olmayın. Yalnız kalsanız da kalmasanız da bir yere varamazsınız. Bir de listeye yazıldığınızla kalırsınız. Bu gibi hisler içine girdiğiniz zaman, gelin beraberce Küçüksu’nun serin sularında dertlerimizi unutalım.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

3 yorum:

  1. Günaydın dostlar. Yazılarımı Twitter'da AykutEvrankaya sayfasında, Facebook'ta Sabah Sabah Evrankaya sayfasında, LinkedIn'de Emin Evrankaya sayfasında takip edebilirsiniz. Sağlıklı kalın, mutlu kalın...

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Emin sabah sabah beni güldÜrdün. 50li 60li yıllarda yazlari yakin olan Idealtepe plajına giderdik. Onceleri babam götürürdü ama 67 den sonra iki kardeş arkadaşlarımızla giderdik. Ne kadar eglendigimizi unutmadım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok güzel günlerdi. Her plajda çok eğlenirdik. Maalesef şimdiki çocukların böyle bir şansı hiç olmadı…

      Sil