2 Mayıs 2014 Cuma

Ankara'ya Gidebilme Çabası

Günaydın Dostlar,

Bu sabah ilk defa yağmurlu bir Ankara sabahından yazıyorum sizlere. Hava son derece karanlık ve yağmur, rüzgar, soğuk ne isterseniz var. Hemen moralinizi bozmayın, her şeye rağmen Ata'm Anıttepe’de uzaklarda pırıl pırıl parlıyor. Yazımı yazarken göz ucundan birbirimizi görebiliyoruz. Hepinizi çok öpüyor ve sizinleyim, diyor.

Madem Ankara sabahından yazıyorum, birazcık da dün buraya nasıl geldiğimden söz etmezsem olmaz. Daha doğrusu nasıl gelebildiğimden söz etmezsem olmaz. E-5 karayolunda yürüyen binlerce işçi kardeşimiz yolu geçilemez bir hale getirdiği için zar zor bir şekilde Harem Otogarı'na varabildim. Otobüs bu yoldan geçip de nasıl gelecek diye düşünürken neyse ki yirmi dakika gecikme ile bir şekilde yan sokaklardan geldi. Öyle bir sabah için bence hiç de fena değildi.

Otobüsü
beklerken, bastonlarına tutunmuş sevimli amca ve teyze karşımda duruyordu. Yaşları en az 90 ve kim kimi taşıyor belli değil. Otobüs gelince de en ön sıradaki yerlerini aldılar. Ben de 9 numaradaki yerimi aldım ama bir de etrafa baktım ki içerideki yaş ortalaması doksanın üzerinde. Averajı da ben, benim yan sıramda oturan teyze ve 10 yaşlarındaki oğlu düşürüyor. Biz de olmasak yaş ortalaması kesin yüzün üzerinde olacak.
Otogardan çıktıktan sonra, daha yüz metre gitmeden otobüsün biri üstümüze çıkıyordu. Bizim amca son anda sağa kırarak daha ilk dakikada olabilecek bir kazayı önledi. Bizim ön sıradaki bastonlu amca “Aferin oğlum, çok güzel kurtardın.” dedi. Şoför amca da “Sağ olun.” diye cevap verdi. Biraz daha gittik, bu sefer de bastonlu amca “Ne biçim üstümüze geldi, değil mi?” diye şoföre yine laf attı. Adamcağız da evet, diye geçiştirmeye çalışıyor ama ne mümkün. Amca sürekli olarak ortaya laf atıyor. En sonunda “Amcacım bizim araç kulanırken konuşmamız yasak.” deyince, bizim amca da “Çok haklısın, sen işine bak.” dedi de şoför yakayı kurtardı.
Averaj yaş durumu doksanının üzerinde, hepsi üşüyor, içerisi oldu bir hamam. Üzerimde çıkarabileceğim ne varsa son limitlere kadar çıkardım ama yetmedi. Hatta limitleri zorladım bile denebilir. Muavine “Şunu biraz kısamaz mıyız?” diye sorduğumda "Yok ağabey, hepsi üşüyor, daha da açmamı istiyorlar da, ben açmıyorum." diye bir cevap aldım. Yapacak bir şey yok, keşke yün donumu giymeseydim.

Bu arada yan sırada oğlu ile beraber oturan teyzem telefonda biri ile konuşuyor ve “Her şey değişmiş, vallahi iki saate Bolu’ya geliverdi.” diyor. Sevgili teyzemin haberi olmasa da bu değişiklik olalı 26 yıl filan oldu.
Bir değişiklik de yeme içme konusunda olmuş. Varan otobüsü maşallah ada vapuruna dönmüş. Millet çıkardı yumurtaları, puf böreklerini, zeytinyağlı yaprak sarmaları, ekmek arası köfteleri ve yemeğe başladı. Müşteriler eski günlerden olunca adetler de eski günlerden oluyor herhalde. Bir patlıcan kızartmadıkları kaldı.

Yarım saatlik molada aşağıya inebilmemiz zaten on beş dakika sürdü. Neyse bir şekilde indik, bir şeyler yedik, tam otobüse geri bineceğimiz sırada bizim bastonlu çift dükkanlara doğru yürümeye başladı. Şoför, muavine “Hasan bunlar nereye gidiyor, kalkıyoruz şimdi.” dedi ve muavin soluğu bizim amcanın yanında aldı. Amcam hiç istifini bozmadan “GS dükkanına gidiyoruz.” dedi. Güzel düşünmüşler ama dükkan plazanın en sonunda, gidip gelmeleri imkansız. Muavin “Amca siz oraya iki saatte gidip dönemezsiniz, siz gelene kadar biz Ankara’ya varmış oluruz.” gibi kendince politik bir yorum yaptı. “Ne alacaksanız ben alıp getireyim.” deyince amca da “Bir şey alacağımız yok, bakmaya gidiyorduk.” diye cevap verdi.
Mola sonrası muavin hemen çay veya kahve istemisiniz, diye geliyor. Teyzenin 10 yaşındaki  çocuğu da muavine “Şu anda değil, ben isteyince seni çağırırım.” diye cevap verince muavini bir gülme tuttu. Velet kendini Strada’da zannediyor.

Bu arada otobüsteki ekranda da “Kaynanan Gelin Seda’ya Gelin” programı var. Seda “Kaynana, gelininin oğlundan habersiz bir sürü alışveriş yaptığını öğrenirse oğluna yetiştirir mi?” diye bir soru soruyor. Ben hemen cevabı vereyim, anında yetiştirir.
Ankara gişelerden geçtikten sonra, şoför amca radyoyu açtı ve telefon zili gibi bir müzik çalmaya başladı. Benim bastonlu amca, şoförün arkasında oturan 100 yaşındaki amcaya döndü ve “Telefonun çalıyor, baksana.” dedi. Amca da “O telefon değil, radyo.” diye cevap verdi ve arkaya bana doğru dönüp bunak, dedi. Bastonlu iyi ki duymadı.

İstanbul’dan yirmi dakika geç kalkan huzur evi servisi, elli dakika geç bir şekilde Ankara’ya vardı. Yollar bomboştu, herhangi başka bir gecikme de olmadı. Otuz dakikayı nerede kaybettik, ben de anlamadım. Otobüsün hızı yolcuların kan dolaşım hızına ayak uydurdu diye düşünüyorum.
Şimdi gitmem lazım, kardeşim Kafes Fırın’a kahvaltıya götürecek de.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder