7 Mayıs 2014 Çarşamba

Otel İşini Muhittin Halletti...

Günaydın dostlar…

Ankara’da, çocukluğumuzun geçtiği yıllarda, sevgili ilkokul arkadaşım Muhittin de ben de çok koyu Fenerbahçeliydik. Halen de öyleyiz. İşin kötü tarafı, o yıllarda Ankara’ya Fenerbahçe ya yılda bir kere gelir ya da hiç gelmezdi. Fenerbahçe maçı seyretmek, bizim için her zaman içimizde kalan bir özlemdi. Neden mi gelmezdi? Ankara’nın Süper Lig’de bir tane bile takımı yoktu da ondan. Hatta o zamanlar adı da Süper Lig değil, Birinci Lig’di.

Sevgili gençler, akıllı telefonların ve internetin olmadığı günlerden söz ediyorum. Gözünüzde canlandırabiliyor musunuz? Futbol tabletlerde değil sokaklarda oynanıyordu. Hepimiz kendimizi bir takımın yıldızı zannederek oynardık. Ben her maçta Fenerbahçeli Ogün olurdum.



Sivri zekalı arkadaşım Muhittin, “Oğlum Fener gelmiyorsa, bu hafta sonu biz gidelim” diyerek ilk fitili ateşledi. Muhittin harika bir öneri yaptı ama daha yaşımız çok küçük ve izin alabilmek imkânsız gibi bir şey. En fazla 15 yaşındayız (daha da küçük olabiliriz) ama içimizdeki Fener sevgisi o kadar büyük ki, plan bir anda aklımıza yattı.

Muhittin her şeyi düşünmüş; cuma akşamı otobüsle gideceğiz, cumartesi İstanbul’da gezip akşamına İnönü’de maça gideceğiz, akşam aile dostlarının otelinde kalacağız, pazar öğlen gibi de otobüse binip döneceğiz. Ne yalan söyleyeyim plan benim de aklıma yattı. Adam her detayı düşünmüş. Babamın seyahatte olması da çok güzel bir tesadüf olarak iyi denk gelmişti.  Bir tek annemi kandırmak kalmıştı ki, onu da bir şekilde hallederiz.

Limitli bir para ve çok zor koparılmış bir izinle cuma akşamı evden çıktık. Otobüs gece yarısı olduğu için, ilk durağımız Sakarya’daki birahanelerdi. Patates tava, sosisli, bira derken otobüs saatini ettik. İyi geçen bir yolculuktan sonra, otobüs bizi şu anda hiç ama hiç hatırlamadığım, Avrupa Yakası'nda bir semtte, sabah saat 6.00 gibi bıraktı. Sabahın altısında hiç bilmediğimiz bir semtte, sokakta bir birimize bakarken, gözümüze ilişen ilk kahveye girdik. Adam daha çayı bile yapmamıştı. Ne işiniz var buralarda deyince, bizim Muhittin “Ankara’dan maça geldik” deyiverdi. Bu cümlenin tercümesi, “Biz yol, iz bilmez, Ankara’dan gelmiş, her türlü tehlikeye açık, iki şaşkın ördeğiz demek”. Adamcağız da, “Daha erken, maça daha çok var, ayrıca İnönü Stadı buraya çok uzak dedi” Doğru söylüyordu, daha 13-14 saat kadar bir zaman vardı. Biz biraz erken geldik galiba.

Çayları içtikten sonra, amcanın tarifiyle bir yerlerden otobüse binip sonunda bir şekilde Taksim’e ulaştığımızı hatırlıyorum. Şimdiki zaman olsa onu da yapamazdık, toplu taşıma kartı filan gerekirdi. Fazla paramız da olmadığı için simitle, sandviçle karnımızı doyurmaya çalıştık. Bütün gün orada burada yürümekten, çok yorulduğumuzu ve sonunda daha maça üç saat filan varken İnönü Stadı’nın yanına geldiğimizi çok iyi hatırlıyorum. Biletler alındı, kale arkasında maç seyredildi ve Fenerbahçe maçı 3-1 kazandı. Cemil Turan, Alpaslan Eratlı, gibi oyuncuların oynadığı dönemler.

Hava çok soğuk değil ama oldukça serin. Zaten kale arkasında da soğuk taşın üzerinde seyrettik maçı. Bırakın koltuğu, taşın üzerinde tahta bile yoktu. Epeyce üşümüş bir vaziyette maçtan çıktıktan sonra, uzun bir müddet yürüyüp bir vapura bindik. Her şeyi bilen ve düşünen Muhittin, biletleri aldı, bindik vapura gidiyoruz.

Kadıköy tarafına geçtiğimizi düşündüğüm için vapur seyahatinin detayları ile çok da ilgilenmedim. Sonuçta Kadıköy denilen yer bizim mahalle sayılır. Vapur gitti gitti ve Marmara’nın karanlığında kayboldu. Oğlum Muhittin “Bu vapur nereye gidiyor ulan?” dediğimde “Ağabey, Anadolu Yakası’nda, Yalova diye bir yerdeymiş bu otel” dedi. Yalova’mı? Muhittin, Allah senin belanı vermesin. Ben de kendi kendime “Karşıya geçmek bu kadar uzun sürmüyordu, bu akşam amma da uzun sürdü” diye saf saf düşünüyordum.

Vapur gitti de gitti ve içindeki çok az yolcuyla gecenin bir yarısı Yalova’ya vardı. Etrafta kimseler yok, sokaklar sakin. Elimizdeki otel adresini birilerine gösterdik ve adam "Bu otel Yalova’da değil, Çınarcık yolunda bir yerde" gibi bir şey söyledi. Çınarcık mı? O da nereden çıktı şimdi? Nasıl gideceğiz Çınarcık’a? Bindik minibüse, gösterdik adresi, amca da “Ben sizi yolun başında indiririm, oradan da yürürsünüz” dedi. Muhittin, Allah senin belanı vermesin.

Sonunda otele varıldı. Bizim Muhittin’in oteli, 6-7 odalı bir köy evi. Sakın aklınıza butik otel filan gelmesin. Butik değil, hatta otel bile değil. Her an yıkılacakmış gibi duran, ahşap bir köy evi. İşin garibi adam bizim Muhittin’i pek de tanımadı. Gecenin o saatinde bizle uğraşmamak için tanımış gibi yaptı.

Sobalı, iki yataklı bir odaya girdik. Odanın içinin buzhaneden pek bir farkı yoktu. Yerde elmalar filan duruyordu. Buzdolabı olarak kullanıyorlardı herhalde. Her şeyi bilen Muhittin, “Ben sobayı yakayım” dedi ama pek de becerebilecek gibi durmuyordu. “Bırak ulan bırak, zehirleniriz şimdi burada” diye iyi ki de çıkışmışım. Kazağımızla pantolonumuzla, odadaki bütün yorganları da  (yerde bir takım yorganlar duruyordu) üzerimize örterek 3-4 saat kadar uyuyabildik ve yine sabah namazı okunmadan, daha evin sahipleri uyanmadan yola koyulduk.

Sapaktan minibüs, Yalova’dan vapur derken, başladığımız noktaya geri döndük. Ankara yolunda gözlerimiz kapanırken, bir Fenerbahçe maçı için bu kadar eziyete değer miydi diye düşündüm.

Kendi cevabımı yine kendim verdim. Fenerbahçe maçı her şeye değer. Çok seviyorsan; uzun yolları da aşarsın, karşına çıkacak diğer zorlukları da.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

2 yorum:

  1. Kanarya sen bizim her şeyimizsin 👏🏻👏🏻👏🏻

    YanıtlaSil
  2. Günaydın Dostlar,
    Yazılarımı Twitter'da AykutEvrankaya sayfasında, Facebook'ta Sabah Sabah Evrankaya sayfasında, LinkedIn'de Emin Evrankaya sayfasında takip edebilirsiniz.
    Sağlıklı kalın, mutlu kalın...

    YanıtlaSil