3 Mart 2014 Pazartesi

Gürsoylu Sokak'ta Aşk Başkadır

Günaydın Dostlar,
 
Soğuk bir aralık sabahında bir anda çıktı karşısına.
 
“Gül renkli apartmandan mı çıktı acaba? Bu kadın da kim? Yıllardır her sabah bu sokaktan aşağıya doğru yürüyorum, neden daha önce hiç görmedim?” diye sordu amca kendi kendine.

Gürsoylu Sokak’ta, yolun ortasındaki yaşlı çınar ağacının yanında öylece kaldı. Gözlerini kırpmak bile istemiyordu. Bir garip olmuştu. Sanki sabah rüzgârı iki dakika öncesindeki kadar soğuk esmiyordu, sanki karanlık yol birden aydınlanmıştı. Yoksa ilk görüşte aşk dedikleri bu muydu?
 
Her sabah beraberce ayrı ayrı yürüdüler Gürsoylu’dan aşağıya doğru.  Yol kısalmıştı artık, hemen iki dakikada bitiveriyordu. Günler, haftalar, aylar geçti; şimdi sıra geldi samimiyete ama amcada cesaret yok. Ne diyebilir, ne yapabilir? Olsun be amca bir çaresi bulunur elbet, sen umudunu kaybetme.
Karanlık kaldırımlarda beraberce yürüdüler minibüs yoluna doğru. Yağmurda yürüdüler, karda yürüdüler, güneşte yürüdüler; tomurcuklu ağaçların altında yürüdüler. Her sabah beraberce ama ayrı yürüdüler. Amca, iki apartman yukarıda oturuyor ve teyzemi fark ettiği sabahtan beri evden çıkışını hep teyzemin apartmandan çıkış saatine denk getirmeyi başardı. Hatta baktı ki teyze çıkmıyor; adımlarını yavaşlattı, durup telefonda konuştu, eve geri gidiyor numarası bile yaptı ama her sabah denk getirdi. Karanlık sokaklarda hep beraber yürüdüler aşağıya doğru.
 
Gürsoylu Sokak ile minibüs yolunun köşesinde beraberce servis beklediler. Teyzem, soğuk davranıyor; her sabah servisi amcadan 13 metre uzakta ve 130 cm geride bir noktada bekliyor. İşin kötüsü amca da utangaç, yanına gidemiyor, bu işleri beceremiyor. Armut gibi de gidip konuşulmaz ki. Teyzem, amcamın yaşadığından bile habersizmiş gibi takılıyor ama gerçekten de öyle mi acaba? Bir sabah servis beklerken amca buldu fırsatını, topladı cesaretini, yüzlerce kere beraber aşağıya yürüdükten sonra çaktı bir “Günaydın”. Zor oldu ama neyse ki teyze de zoraki bir “Günaydın!” dedi.
 
Bizim amca ertesi gün mutlu ve umutlu, artık sohbeti apartman çıkışında yolda başlatacak ama bildiği bütün git, gel, bekle numaralarını yaptığı halde teyzem halen ortada yok. Amca servisi kaçıracak, “girecek” sonra ayıptır söylemesi. Gitmek lazım, amca mutsuz, amca düşünceli; yüzlerce gün sonra o kadar uğraşarak, kıvranarak söylenen “Günaydın!” da boşa gitti.
 
Sil baştan başlamak lazım bazen.

Amca biner servise ve servisin camından Gürsoylu’ya son bir bakış atar ama ne gelen var ne de giden. Yol kalabalıktır ama amcam yolu bomboş görür. Uzaklardan birini benzetir, yok yok o değil. Nerede acaba, hasta mı, izinli mi, yoksa kocası mı dövdü? İşten mi ayrıldı acaba? Yoksa en kötüsü taşındı mı buralardan? Belki de bir daha hiç göremeyeceğim. Allah kahretsin, ismini bile öğrenemedim. Düşünceler amcamın kafasında doldu, taştı.
Sığmaz hiçbir yere vallahi bu kadar düşünce.
 
Köprüyü geçerken akıl halen Gürsoylu'da. Zavallı amca boş boş baktı Boğaz’ın karanlık sularına. “Yarın da hafta sonu, pazartesiye kadar bilemeyeceğim şimdi ne olduğunu.” dedi kendi kendine.
 
Pazartesini iple çekti ve sabah teyze kapıda göründü. Bizim amca en sevimli haliyle “Günaydın!” dedi. O da ne?  Teyze sanki ilk defa görüyor amcayı. “Mmmmmnnnn” gibi bir şey çıkıyor kadının ağzından. Teyzemin suratı asık, yüzünde mutsuzluk rüzgârları esiyor, gözlerinde de “Allah cezanı versin.” bakışları. Gitti mi bir fırın ekmek boşa? Sil baştan başlamak lazım bazen.

Amca tırstı. Her an ters bir cevap alma riski var. Köşeye kadar bir daha hiç konuşmadı. Servis sessizce bekleniyor, ilk amcanınki geliyor. “Bye” diyor sessizce ama bu sefer “Mmmmmnnnnn” bile gelmiyor karşı taraftan. Üzülme be amca bu kadın milletinin ne yapacağı, ne edeceği hiç belli olmaz.
Emin, Gürsoylu’nun köşesinde ışıkta dururken “Amca be yazık sana!” diye düşünüyor.
Ertesi sabah yine rastlaşıyorlar ama bizim amca umutsuz, mutsuz, yaşama sevincini kaybetmiş bir durumda. Teyze “Günaydın nasılsınız bu güzel İstanbul sabahında?” diyor. Amca salak salak Emin’e bakıyor. Takma kafana be amca; bu kadın milletinin ne yapacağı, ne edeceği hiç belli olmaz. Belki de teyzem yay burcudur.
 
Amca mutlu mutlu biniyor servise, sırıtmaktan ağzını kapatamıyor. Boğaz'ın sularına bakarken teyzemin gözlerinin mi yoksa Boğaz’ın sularının mı daha mavi olduğunu düşünüyor.  “Mavi değil, masmavi onlar.” diye içinden defalarca tekrar ediyor. Suyun kenarında beraberce rakı, balık, roka yapacakları masayı bile ayırtıyor kafasında.

Akıl Gürsoylu’da, bedeni serviste ama içinde kalp yok. Kalp bir yerlerde kalmış. Serviste biri teyzenin parfümünden mi sürmüş bu sabah? Yoksa radyoda Kutsi'den “Bambaşka” mı çalıyor? Amcanın bugün verimli çalışmasının en küçük bir ihtimali bile yok. Gözlerinin önünde hep o güzel gözler. Teyzem, umarım Gürsoylu’nun köşesinde kendisine emanet edilen kalbe çok iyi bakar.
Amca da gitti, teyze de, Emin de… Bu hikâye gerçekten böyle mi yaşanmıştır? Kim bilir. Tek bildiğimiz, Gürsoylu’da olmasa bile "Yedi Tepe"nin bir yerlerinde servis beklerken servisten daha çok birbirini bekleyen amcalar, teyzeler olduğudur.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…





1 yorum:

  1. Günaydın Dostlar,
    Yazılarımı Twitter'da AykutEvrankaya sayfasında, Facebook'ta Sabah Sabah Evrankaya sayfasında, LinkedIn'de Emin Evrankaya sayfasında takip edebilirsiniz.
    Sağlıklı kalın, mutlu kalın...

    YanıtlaSil